Bültenimize Abone Olun

En son haberler ve özel duyurulardan haberdar olmak için abone olun

Tarih:

Okur Mektubu 9: Çocukların Evrensel Haklarını Korumak Adına Bir Kamu Politikası Önerisi: Anne-Baba Okulu

Diğer Başlıklar

Bizi Sosyal Medyada Takip Edin

Okur Mektubu 9: Çocukların Evrensel Haklarını Korumak Adına Bir Kamu Politikası Önerisi: Anne-Baba Okulu

PİTGEM NOTU VE MEKTUP ÖZETİ

Yazar, bu açık mektubunda çocuk yetiştirme konusunda önceki ve şimdiki zamanlarda halen yapılmaya devam edilen önemli yanlışlara dikkati çekiyor. Çocuk yetiştirme konusunun hafife alınmamasını, bu konuya hayatın olağan akışı içerisinde sıradan serpilip gelişen bir durum gibi bakılmamasını vurguluyor. Çocuk yetiştirme ve çocuk eğitiminin; eğitim politikasının, yasal mevzuatların ve toplumsal yönetim mekanizmalarının ihmal edilen veya önemsiz görülen bir konusu değil, temel önceliklerinden birisi olması gerektiğine dikkati çekiyor. Sonuç olarak da çocuk yetiştirme ve eğitimi konusunun esasen bir ‘anne-baba yetiştirme’, ‘anne-baba eğitimi’ konusu olduğunu iddia ediyor.

Yazarın ‘açık mektup’ olarak Politika, İnovasyon, Tasarım ve Gelişim Merkezi’ne (PİTGEM’e) ilettiği, kamuoyu ile paylaşılması ve tartışılması dileğiyle gönderdiği bu okur mektubunu (görüş yazısını) okuyucularımızla paylaşıyoruz. Kısaca bilgi vermek gerekirse, yazar; Dr. Ayşe Şimsek, Hacettepe Üniversitesi mezunu bir doktor ve bir anne. Kendisi Antalya, İstanbul gibi yerlerde çok uzun süre doktor olarak görev yapmış ve halen doğduğu memleketi de olan Antalya’da yaşıyor. Mektubunda bir anne ve eğitimci bir doktor olarak kendi özeleştirisini de yaptığını, kişisel bilgiler de verdiğini gördük. Ancak, editoryal olarak bunları yayınlanan bölümden çıkarmayı önerdik ve yazarın kabulü ile bu şekilde genel bir çerçeve içeresinde amacını daha net ve öz anlatması, giriş tadında herkesin tartışabileceği bir sadelikte olan versiyonunu yayınlamayı uygun bulduk. Yine de paylaşmak isteriz ki; yazarın odaklandığı konularda yapmak istediği katkılarda ne kadar samimi olduğunu ve ne kadar uzun süredir hem bilimsel anlamda hem de toplumsal bağlamda bunları çalışıp dert edindiğini görmek bizi çok etkiledi.

Yazar mektubuna kendinden de örnekler vererek C. G. Jung’un “Sadece yaralı bir doktor şifa verebilir ve bu da ancak kendini iyileştirebildiği ölçüde olur” sözü ile başlamıştı. Mektubun devamında yazarın tüm kişisel notlarını bu yazı içeriğinde yansıtamasak da okudukça toplumsal yaraları kendi yarası gibi gören, onları sarmak, iyileştirmek için derin bir tutku içinde olan ve bir şeyleri değiştirmek için her türlü azim ve kararlılığa sahip bir insan, bir yazar gördüğümüzü buraya eklemeyi bir borç biliyoruz.

Dr. Ayşe Şimşek, bu mektubunda bugün yaşadığımız pek çok toplumsal sorununun, bireysel/ruhsal kırgınlıkların, kişisel anomi problemlerinin, şiddet olaylarının ve her gün şahit olduğumuz türlü korkunçlukların sebeplerinden birisinin de çocukken maruz kalınan yetiştirme tarzları ve eğitim anlayışları olduğunun altını kalın çizgilerle çiziyor. Daha sağlıklı, iyi, ahlaklı, mutlu ve bunun yanında daha iyi bir dünya ve toplumsal düzenin olması için içtenlikle ve güvenle çalışacak bir gelecek neslin yetişmesinin yolunun da çocuk yetiştirme ve çocuk eğitimi konusunda ciddi bir zihniyet değişimi ve siyasi/idari uygulamalar ile mümkün olacağını vurguluyor. Hatta, ‘çocuk yetiştirme sorununun’ özünde öncelikle bir ‘anne-baba olabilme sorunu,’ ‘doğru birer ebeveyn olabilme sorunu’ olduğunu iddia ediyor. Bu çerçevede, daha doğru bir çocuk yetiştirme ve çocuk eğitim için yasal düzenlemeler ile zorunlu bir ‘anne-baba okulu’ kurulmasını ve çocuk sorumluluğu almak isteyen kişiler için böyle bir okul ya da benzeri kurumdan bir nevi ‘anne-baba olma’ ehliyeti/lisansı almanın şart olması gerektiğini bir kamu politikası önerisi olarak sunuyor.

Son dönemde yeniden artarak tanık olduğumuz sayısız çocuk cinayetleri, her gün haberlere bir başkasının düştüğü çocuk istismarı ve çocuklara karşı şiddet haberleri bizleri sarsmaya devam ediyor. Dahası, bu korkunç suç vakalarında nasıl her şeyin ‘aile’ içinde kapatılmaya çalışıldığını gördükçe daha da derinden sarsılıyoruz. Hatta canlarının ve vicdanlarının herkesten fazla yanmasını beklediğimiz annelerin ve babaların bile zaman zaman kendi çocuklarının kurbanı olduğu cinayet ve istismarları karartma girişimlerine nasıl ortak olabildiklerini gördükçe toplumsal karanlığımızın, kirimizin ve yaralarımızın ne denli büyük olabileceğini görmek bizi daha da derinden sarsmaya ve yaralamaya devam ediyor.

Çocuklara karşı işlenen suçlarda sürekli yeni şok bilgilerle afallarken, akıl ve vicdan tutulması içinde savrulurken ve neyi, nasıl anlamalı ve yapmalıyız üzerine kaygılarımız derinleşirken; her sese, her fikre kulak vermek, bu karanlığı biraz olsun yırtabilmek ve azaltabilmek adına siyasi, hukuki, sosyal, kültürel her çare için yorulmaz bir arayış içinde olmalıyız sorumluluğu ile çırpınıyoruz. Böyle kaygılar, hisler içerisindeyken okuyucumuz Dr. Ayşe Şimşek’in mektubunu okumak bizi farklı bir şekilde de etkiledi. Bu mektuptaki bazı tespitler çocuklara karşı bildiğimiz, duyduğumuz, haberlere yansıyan suç vakalarından daha da fazla bilmediğimiz, yüzleşemediğimiz, farkında bile olamadığımız daha nice suçlarımız, yanlışlarımız olabileceğini gün yüzüne çıkarmaya çalışıyor. Bize farklı bir bakış açısı daha öneren bu mektubu bu nedenlerle de okurlarımızın ve yetkililerin dikkatine sunmak istedik. PİTGEM olarak, yazarın çözüm önerisini çeşitli perspektiflerden tartışmak ve farklı eleştirilerden de yararlanarak daha olgun bir zeminde olgusal bir kamu politikası önerisi olarak geliştirilmesi gereken bir sonuç olarak görsek de yazarın çıkış noktası ve tespitlerini önemli buluyor, bu mektubu ve görüşleri okuyucularımız ile paylaşarak kamuoyunun ve yetkililerin ilgisine sunuyoruz.

 

Okur Mektubu 9: Çocukların Evrensel Haklarını Korumak Adına Bir Kamu Politikası Önerisi: Anne-Baba Okulu

 

Çocuklar bir kılavuzla dünyaya gelmiyorlar. Bizim nasıl bir ebeveyn olacağımızı, büyük ölçüde çocukken ebeveynlerimizin bize karşı davranışları belirliyor. Çocuğun iyiliği için yapılan, ancak onun benlik duygusunu zedeleyen yanlış ebeveyn yaklaşımlarına karşı çocukları koruma konusunda farkındalık yaratmak, toplumumuzun geleceği açısından son derece önemli ve köklü bir meseledir.

Toplumda bilimsel düşünceyi ve uygulamayı hâkim kılmak, gelecek neslimizin anne babaları olacak çocukları doğru yetiştirmek en temel ve öncelikle konularımızdan birisi olmalıdır. Ebeveynler kuşkusuz çocuklarının iyiliği için pek çok şeyi yapmaktadır. Ancak, onların iyi niyetleri çocuk yetiştirme konusundaki yanlış bilgi ve alışkanlıkları nedeniyle esasen iyiden çok, kötü sonuçlara sebebiyet vermektedir. Bu nedenle, ebeveynleri devam eden bazı yanlış alışkanlar ve uygulamalarından kurtarmak, bunun için neler yapılabilir araştırmak, bunu tüm toplumun acil ve önemli bir ortak kaygısı haline getirmek ve karar alma mercilerinin de bu konulara dahil olmasını sağlamak geleceğimiz için hayati bir önemdedir.

Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nun da ifade ettiği gibi “Toplumumuz 200 yıldır dedesinin dedesinin yöntemleriyle çocuk yetiştirmektedir. Geleneksel kültürümüzün baskın özelliklerinden birisi, otoriter ve hiyerarşik olmasıdır. Türk sosyal yaşamı, psikoloji biliminin tanımladığı anlamda “olgun birey insan” yetişmesine pek olanak vermemektedir.”  Toplumumuzdaki çoğu yanlışın kökeninde, çocuğun doğarken getirdiği bütünlüğün bozulması ve “Ben, ben olduğum için değerliyim” inancının kaybolması yatmaktadır. Bu eksiklik, “olmak” yerine “sahip olmaya” yöneltirken, benliğimizi de özümüzden uzaklaştırmaktadır. Bu yanlış yol, nesiller boyu aktarılmakta; çocuklar acı çekmekte ve kendi doğalarının sunduğu tüm imkanların en yükseğine çıkmaları mümkün olmamaktadır. Yetişkin olduklarında ise keşfedilmemiş, gönlünün muradını ve güçlü yanlarını bulmamış, yaptığı işte anlam görmeyen, “mış gibi yapan” bir toplumu oluşturmaktadırlar. Eric Fromm’un, “Batı kültürlerinin son 200 yıllık tarihinde sık sık rastlanan, çocuklara karşı fiziksel ve ruhsal olarak kötü davranmanın giderek sadizme dek varması öylesine korkunçtur ki, insanın sevgi dolu anne ve babaların yalnızca bir istisna olduğuna inanası geliyor” saptaması, problemin sadece toplumumuza has olmadığını göstermektedir

Sokrates’e göre bilen insan asla yanlışlık veya kötülük yapmaz; kötü davranışın temelinde bilgisizlik yatar. Sorun, bizim ‘iyi’mizin yanlış olmasındadır. Çocuk sorumluluğu alacak her bireyin, konunun uzmanlarından oluşan bir kurulun geliştirdiği ortak bir müfredat ışığında, bir aylık, zorunlu hale getirilmiş anne/baba okulu uygulamasına katılması, bireylerde bilinçlenme ve aydınlanma sağlayacaktır. Ancak bu yolla, çocuğun gelişmesi ve esenliği için doğal ortamı oluşturan ailenin, toplum içinde kendisinden beklenen sorumlulukları sevgi ve anlayış havası içinde tam olarak yerine getirebilmesi mümkün olacaktır.  Bu eğitimin en doğru nasıl verileceği, eğitimi verecek ilgili personellerinin eğitimi, uzmanlarca hazırlanacak ortak müfredatın içeriği gibi detaylar teknik konulardır. Bu önerinin hukuki dayanağını Anayasa Hukuku Profesörü, Prof. Dr. Zafer Gören’in tezinde buluruz. “Devletin ana babaları terbiye ve tedip kurslarına katılmayı zorunlu tutabilmesi için bir hukuk normuna dayanabilmesi gerekir. Çocuk Hakları Sözleşmesi madde 19, bu tür kurslara katılmayı ana/babalara zorunlu kılan ya da devleti kurs zorunluluğu getirmeye mecbur kılan bir yetki normu içermektedir.” 

Nasıl ki trafiğe çıkmadan bir kursa katılım ve bilgilenme zorunluysa, anne/baba olmak, her şeyden önce gerçek benliğimizin ve ebeveynlerimizin yüklediklerinin farkına varabilmek için evrensel ebeveynlik bilgisine sahip olmak gerekir. Aksi halde çocukken yok sayılan, ezilen, örselenen kişi, eline fırsatı ve gücü geçirince kendine yapılanları farkında olmadan tekrarlayarak kendi güçsüzlüğünden, çaresizliğinden kaçmaya ve geçmişinde kendisine yapılanları duyurmaya çalışır. Ne yaptığını bilmeyen o insan, failden ziyade bir kurbandır. Aslında yardıma ihtiyacı olan o kişinin ruhunun öldürüldüğünü görmeli ve bu konuyu kriminolojinin ilgi alanına sokmalıyız. ‘Zorunluluk’ kelimesinin insanlarda tereddüt yaratmakta olduğunu üzülerek görüyorum. O halde ebeveynini tartışılmaz, karşı çıkılmaz, sorgulanmaz bir otorite olarak gören güçsüz çocuğu, ebeveyninin yaralarından ve bunların yol açtığı istismardan kim koruyacak? Bu çocukların himaye edeni devlettir. Nasıl ki çocuğunuza fiziksel şiddet, işkence yapamazsanız- ki bundan ne kadar eminiz, çünkü her şey kapalı kapılar ardında kalıyor ve büyük bir suskunluk duvarı var. Bizler çoğu zaman çocuklara karşı işlenen suçlarda; sadece hikâyenin son perdesini gazetelerde görüyoruz ve öncesine dair ciddi bir dezenformasyon ve manipülasyon olduğunu tahmin etsek de tüm hikâyeyi karanlıktan bir türlü çıkaramıyoruz.  Günümüzde daha çok psikolojik şiddete evrilmiş her türlü kötü muameleye karşı da devletin koruyuculuğunun olması gerekir. Zira, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Çocuk Hakları Evrensel Bildirgesine imza atarak bu sorumluluğu taahhüt etmiştir. Amacım asla bir yarayı deşmek veya birilerine meşruiyet kazandırmak, mazeret bulmak değil, sadece doğruyu bulmak adına soruyorum; en büyük savaş suçlularından, caniliklerini herkesin kabul ettiği Hitler veya savaş kararını verenler çocukluğunda doğru yetiştirilselerdi, o zulümlere vicdanları izin verir miydi? Kader denilen bir şey varsa, bu doğuştan getirdiğimiz mizacımız ve içine doğduğumuz aile ortamıdır. Mizacımızı değiştiremeyiz; ancak aile ortamını evrensel, bilimsel bilgi ile güncelleyerek iyileştirebiliriz. Dolayısıyla acı gerçeğin farkına vararak, gelecek nesillerin anne/ babaları olacak bugünün masum ve güçsüz çocuklarını koruyacak bir mekanizmayı oluşturmak, hepimizin ortak sorumluluğudur. Bu kısır döngüyü kırmak için devletin yasal çerçevesini oluşturacağı, hatta kuruluşunu üstleneceği ve herkes için zorunlu kılacağı evrensel ebeveynlik okulu/kursu önemli bir adım olacaktır. Bu uygulama, sorunun doğru tespiti, bu konuda bilinçlenmenin ve hassasiyetin artırılması ve daha iyi çözümler geliştirilebilmesi için de somut bir çerçeve sunacaktır. Bu, bir koruyucu hekimlik hizmeti olup problemlerle baş etmenin en kolay, en kısa ve en ekonomik yoludur.

Hunharca katledilen Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in dediği gibi, “masum bir bebekten katil yaratan karanlığı” zorunlu anne/baba okulu uygulamasının aydınlatacağına inanıyorum. İşte o zaman, savaşlardan çevre felaketlerine kadar birçok sorun kökten çözülmüş ve insancıl, çocukları gerçekten koruyan bir toplumun temelleri atılmış olacak.

Bültenimize Abone Olun

En son haberler ve özel duyurulardan haberdar olmak için abone olun

Diğer Yazılar