ÖZET
Uluslararası ilişkiler alanında kimlik tartışmaları uzun yıllardır varlığını sürdüren bir konu olagelmiştir. Birçok olaya yahut olguya kavramsal çerçeve olarak çizilen kimlik konusu Avrupa Birliği kimliğinin incelenmesinde de bir zemin oluşturmaktadır.
Kümülatif bir birikimle günümüze kadar ulaşmayı başaran Avrupa Birliği’nin, varlığının desteğini supranasyonel yapısından aldığını söylemek mümkündür. Uluslar üstü bir hüviyete sahip olan Avrupa Birliği, bunun sürdürülebilirliği açısından bazı sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupa’da ortak kimlik politikalarına dayalı birçok adım atılmıştır. Tarihsel birikimle destekli bu atılan adımlar, Avrupa Birliği üyesi ülkelerini ulusal egemenliklerinden ziyade, ulus-üstü bir kimlik inşa etme düşüncesi içerisinde olmuştur. Ancak 21. yüzyılla birlikte Avrupa Birliği’nin inşa edilen bu ulus-üstü yapısı, ulusal egemenlik anlayışına dayalı kimlikler karşısında bir devamlılık sınavı vermektedir.
21.yüzyılla birlikte dünya genelindeki paradigma değişiminden Avrupa Birliği de doğrudan etkilenen taraflardan birisi olmuştur. Birlik sınırları içerisindeki ülkelerde ulusal egemenlik anlayışı ön plana çıkarken, ulus-üstü Avrupa Birliği kimliğine olan aidiyet duygusu azalmıştır. Avrupa Birliği’ni tehdit eden terör eylemleri, Birlik içerisinde ekonomik krizden etkilenen ülkelerin varlığı ve Birlik ülkelerine yönelik artan yasadışı göç gibi konular başta olmak üzere ulusal kimlik düşüncesine sahip çıkılmasına katkı sağlamıştır. Bu çalışmanın amacı da Avrupa Birliği sınırları içinde artan ulusal kimlik bilincinin, Birlik’in muhteviyatı açısından ne gibi sonuçlar doğuracağını incelemek olacaktır.
Avrupa Birliği Kimliği Üzerine Bir Değerlendirme
1.Kimlik Kavramı
Modern zamanların sosyal bilimleri birçok kavramı bünyesinde bulundurmaktadır. Bu yönüyle çağdaş sosyal bilimler; artık terimlerin kapsayıcılığını değil, belli ve spesifik bir anlam yükünü karşılamasını da talep etmektedir. Kimlik kavramı da söz konusu durumun özel örneklerinden birini teşkil etmektedir. Öyle ki kimlik hemen hemen her sahada ve disiplinde karşımıza çıkarak özgü olayları ve olguları anlamamıza yardımcı olmaktadır. Ancak kimliğin ifade edilişinin şeffaflık ve somutluk yönünden özel olaylar ve olgular bağlamında bazı problemler de ortaya çıkardığını söylemek mümkündür. Özellikle Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra kimlik kavramı uluslararası ilişkiler bağlamında önemli bir konuma gelmiştir.
Avrupa gibi özel bir coğrafyayı; hafızasıyla, aktörleriyle, refleksleriyle, öngörüleriyle ele alabilmek içinse Avrupa Birliği kimliğini ve Avrupalılığı tüm anlam yükleriyle beraber idrak etmek gereklidir. Bunun içinse öncelikli olarak kimliği ve kimliğe dair yaklaşımları ve politik olarak kimliğin kullanımını irdelemek gerekmektedir.
Çağımızda neredeyse hiçbir kavram ve disiplin hakkında kimlik kavramını kullanmadan konuşmak mümkün değildir. Özellikle sosyal bilimler alanında açıklamaya çalışılan nesnenin yahut olgunun kimlik bağlamında değerlendirmesini yapmadan bir sonraki aşamaya geçilememektedir. Buradaki eğilim, kimliğin yalnızca analitik bir kavram olmamasından ve aynı zamanda sıcak bir soyut kavram olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum, kimliğe dair metodolojik yaklaşımı zorlaştırsa da yazınlarda ve algılarda oluşturduğu sıcaklık, onu kullanım adına tercih sebebi yapmaktadır.
Bireyi ya da daha geniş bir topluluğu, benzerlerinden ayıran olgular kimlik ile ifade edilir. Buradan hareketle kimliğe dair iki yaklaşım olduğu gözlenmektedir; bireysel kimlik ve toplumsal kimlik. Bireysel kimlik özünde, bireyin hâlihazırda dünyevi olana ve ötesine yaklaşımını ifade eder. Toplumsal kimlik ise daha çoğul bir kavramdır ve bireyin kendi benlik algılayışının diğer bireylerle diyalektiği sonucu ortaya çıkar.
Her iki yaklaşımı da kısaca özetlemeden önce ifade edilen yaklaşımların, Avrupalı ve Avrupalı kimliği açısından ne gibi bir durum arz ettiği değerlendirilmelidir. Buradaki tasniften hareketle Avrupalı tabiri, bu başlık altında iki farklı çağrışımda bulunmaktadır; ilki Avrupalı olarak birey ve ikincisi toplum olarak Avrupalı. Birey olarak Avrupalı; İrlandalı, Alman, İngiliz yahut Fransız gibi çeşitli etnik aidiyetlere sahip olabilir. Fakat bu nitelemeler Avrupa kıtası söz konusu olduğunda değerlendirme esnasında ikinci planda kalmaktadır. Burada bireysel kimliği kritik ederken esas olan, söz konusu Avrupalı bireyin milliyeti değil; cinsiyeti, yaşı, hafızası, refleksleri ve tercihleridir. Avrupalı bireyin üst kimliğine bakılmaksızın ferdi olarak değerlendirilmesi gereken olgular, Avrupa kimliğini inşadan pek tabii olarak uzaktır. İkinci başlık, toplum olarak Avrupalı ele alındığında ise karşımızda daha derin bir perspektif bulunmaktadır. Her şeyden evvel burada belli ölçülerde bir yeknesaklık çabası görülmektedir. Aynı zamanda bu çaba kendi içerisinde tutarlı bir Avrupalı kimliğinin de baş mimarıdır. Yine burada birey olarak Avrupalının farklılıklar arz etmesini ve bu farklılıkların üst kimlikten bağımsız olabilmesini ise kısmen toplum olarak Avrupalı’nın keskin sınırlarına borçlu olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Zira toplumu Avrupalı olarak nitelediğimizde, bir takım ön kabullerin bireye yüklendiği açıktır. Bireye yüklenen bu ön kabuller bir dogma yahut dayatma gibi algılanmak yerine, bireye yeni bir alan açtığı fark edilebilirse bireyin Avrupalılığı ve toplumun Avrupalılığı arasındaki korelasyon sağlıklı olarak kurulabilmiş olacaktır.
Kimlik; millet, etnik kimlik, cinsiyet gibi ögelere ayrılmaktadır ve bu ögeler aynı zamanda bir bireyin kimlik tanımlaması içinde kendine yer bulabilmektedir. Başka bir ifadeyle bahsedilen ögeler birey ve toplumlar üzerinde aynı anda bulunabilir.
Kimlik türleri sınıfsal kimlikler ve ilişkiye dayalı kimlikler olarak ayrı olarak kategorize edilebilir.Kimlik kavramını oluşturan bireyler, kendi arasında aynılığa bağlıdır ve yine kendi aralarında hareket kabiliyetine sahiptir. Başka bir ifadeyle bireyler, kimliği meydana getiren birimler olarak özerk bir yapıdadır ve asıl önemli olan bireyin bu kimlik türü içindeki temsiliyetidir. Bu kimlik türüne örnek olarak, din, milliyet, etnik millet, sınıf gibi kavramlar gösterilebilir.
Bireylerin kendileri arasında gerçek ve somut ilişkiye dayanan kimlik türü ise ilişkiye dayalı kimlik olarak nitelendirilmektedir. Akrabalık gibi, aile gibi toplumun önem atfettiği müesseseler ve kavramlar bu kimlik türüne örnek teşkil eder. Gelenek sayılabilecek pek çok öge bu kimlik türü içinde yer almaktadır.
Kimlik kavramının türleriyle alakalı olarak değerlendirilen başka bir ayrım ise kimliği kazanılma ya da sahip olma şekline göre kategorize edilmiştir. Doğuştan “verili” olarak karşımıza çıkan kimlikler ve sonrasında “kazanılmış” olan kimlikler bu ayrımı oluşturmaktadır. Örneğin etnik grup, mensup olunan ulus, aile gibi kavramlar verili olarak kabul edilirken, avukat, mühendis gibi doğuştan sahip olunması mümkün olmayan tasnifler ise kazanılmış bir tür olarak nitelendirilmektedir. Bu kimlikler kesin bir ayrım gözetmez. Başka bir ifadeyle verili olarak tanımlanan bir kimlik türü, örneğin mensubu olduğu din, bireyin iradesi sonucu değiştirilerek kazanılmış kimlik türüne değişebilmektedir.
Etnik kimlik ve ulusal kimlik ayrımının burada yeniden incelenmesi konunun muhteviyatını anlamak için önemli bir role sahiptir. Öyle ki ulus-üstü bir müessese oluşturma hedefinde olan Avrupa Birliği’nin, Avrupalı kimliğini tesis etme düşüncesi ulusal kimlik ve etnik kimlik kavramlarını derinlemesine analizini gerekli kılmıştır.
İnsanın toplumsal bir varlık olmasından hareketle ve kendini tanımlama düşüncesiyle “ben”i tanımlamak için kullanılan bu sözcük artık bu anlamının ötesine geçmiş ve kolektif benliği ifade edebilir duruma gelebilmiştir. Burada artık kavramın bir ferdiyet arz etmesi yeni boyut kazanmış ve kolektif bir birlikteliğin anlam yükünü üstlenir hale gelmiştir.
2.Avrupa Birliği Kimliği
Avrupa Birliği kimliği üzerine yapılan inceleme ve araştırmaların çıkış noktası, Avrupa’da üst bir kimliğin ortaya çıkmasının nasıl formüle edileceği üzerine olmaktadır. Zira yüzyıllarını birbirleriyle savaşarak ve tüm kılcallarına kadar ayrışarak geçirmiş toplumların bir arada yaşamak adına gösterdikleri irade hangi açıdan bakıldığına göre değişmeksizin derince irdelenmelidir. Bu hususta söz konusu iradeyi ve ortak üst kimlik anlayışını daha iyi anlamlandırabilmek adına şu önemli hususu tekrar vurgulamak gerekmektedir: Dünya siyasi tarihinde eşi görülmemiş ve yine siyasi arenadaki kırılmalardan hareketle benzerinin ortaya çıkması dahi çok muhtemel olmayan bir birliğin, zihni menşei ve dolayısıyla kimliği irdelenmeyi hak etmektedir.
Avrupa Birliği üst kimliği birleştirici bir nitelik olarak gözükse de tarihine bakıldığında kimi zaman ayrıştırıcı bir anlam yüküyle de yüklendiği görülmektedir. Günümüzde Avrupa Birliği üzerine önemli tartışmalardan birini de bu konu oluşturmaktadır. Aynı zamanda ulus devletlerin varlığının her zaman hissedildiği bir Avrupa toplum modelinde, dönem dönem bahse konu ulusal kimliklerle, ulus-üstü Avrupa Birliği kimliği arasında çatışmalar olduğu da bilinmektedir.
Genel anlamda bakıldığında Avrupalılık, bütünleyici, kapsayıcı anlamı dışında ayrıştırıcı bir anlama da haizdir. Başka bir ifadeyle “ben” ve “öteki”nin bir arada ve etkileşim içerisinde olduğu bir atmosferde “Avrupalı” üst kimliği oluşmaktadır. Dolayısıyla sadece aynılıklar üzerine kurulu değil, farklılıkların da önemli olduğu bir gerçek vardır. Bu bağlamda “öteki”nin değerlendirilmesi, Avrupalılık kimliğinin oluşmasında önemli bir unsur haline gelmektedir.
Sürekli bir devinim içerisinde bulunan Avrupa kültürü, bu dinamiklerin bir tezahürü olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda kimi kimlik oluşum süreçlerinin Avrupa Birliği kimliğinin ortaya çıkmasında önemi büyüktür. Tarihsel süreç içerisinde Avrupa, bugüne kadar olan gelişiminde önemli bir yol kat etse de endüstri devriminden başlayan ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar ki olan süreçte kimliğinin oluşumuna etki eden önemli çatışmalar yaşamıştır. Genel anlamda öz kimliklerine bağlı kalınsa da Avrupa, bu süreç içerisinde ortak ve üst bir kimlik oluşturma açısından oldukça çetrefilli zorluklara maruz kalmıştır.
Ancak bu oluşum sürecinin muhtevasını etkileyen ve onun önüne geçen çeşitli nedenler vardır. Örneğin ortak bir Avrupa fikri, kimlik oluşturma süreçleri için düzenleyici bir yapı oluşturmaktadır. Bu bağlamda kültürel fikirlere dayalı bir kimlik oluşturma süreci, politik kimlik oluşum sürecinde bir parça haline geldiği zaman ideolojik kaymalar oluşmaktadır. Dolayısıyla oluşturulan bu kimlikler dominant ideolojiyi benimsemeleri durumunda kendilerini tanımlayamaz bir hale gelmekte ve dominant ideolojilerin tekrardan üretilmesinde bir araç durumuna; belli devlet, cinsiyet, renk kavramlarına yönelmektedir. Bunun bir neticesi olarak da bahse konu grupların kendilerini tanımlamada, kendi üyelerinin ortak noktalarını vurgulamak yerine kendi üyelerinin başka gruplardaki üyelerden farklı olan noktalarını tanımlamaktadır.
Farklılık, değişken anlamları içinde bulunduran bir kavram olarak karşımıza çıkabilmektedir. Örneğin çeşitliliği, zenginliği çağrıştıran bir anlam yüküne haizse olumlu, ancak dışlayıcı bir anlam yüküne sahipse olumsuz nitelik kazabilmektedir. Bu bağlamda günümüz Avrupa’sının da içinde bulunduğu durum buna örnek teşkil etmektedir. Ancak kimi araştırmacılara göre birleşik bir Avrupa fikri, baskın ideolojilerden sıyrılarak ve olası bir hegemonya tehdidine karşı atılmış bir adımdır. Sonuç olarak da Avrupa fikri, “öteki”nin meydana gelmesinde bir süreç haline gelmiştir. Birleşik Avrupa fikrinin siyasallaşmasının bir sonucu olarak da birleşme sürecinde ortak kimliğe sahip olanlarla birlikte farklı olanların da önemi artmıştır.
Avrupa Birliği’nin kuruluşu ve gelişimi 20. yüzyılın ortalarından itibaren olsa da “Avrupalılık” düşüncesi çok uzun yıllardır literatürde ve kaynaklarda kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim ulus devlet öncesi dönemlerde dahi Hristiyan topluluğu nitelendirmek için “Avrupalı” kavramı kullanılmaktadır. Aynı zamanda ulus devletin ortaya çıkmasıyla da birlikte ulus modele dayalı Avrupalılık tarih sayfalarında yerini almıştır.
2.1. Değerler Çerçevesinden Avrupa Birliği
Avrupa Birliği’nin oluşumuna tarihi bir pencereden bakıldığı zaman, ekonomik faktörlerin ön plana çıktığı görülmektedir. Dolayısıyla İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde kıta Avrupa’sında barışı ve istikrarı tesis etmek için finansal bir birlikteliğin sağlanması gerektiği düşüncesi baskın oluşmuştur. Bu bağlamda savaş sonrası dönemde en önemli sanayi dalı olarak gösterilen kömür ve çelik endüstrisi alanında işbirliği ve birlikteliğin öncüsü olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu Antlaşması (1951), günümüz Avrupa Birliği’nin altyapısını meydana getiren ilk hukuki doküman olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu alanda gerçekleşen işbirliğinin verimli olması, Avrupa devletlerini ekonomik anlamda bütünleşmenin ileri bir seviyeye taşıyarak ortak pazar oluşturulmasına sevk etmiştir.
Avrupa bütünleşme tarihinin temelinde var olan düşünce ilk dönemde ekonomik tabanlı olsa da, bilhassa 1986 yılında Avrupa Tek Senedi’nin kabulü sonrası ekonomik faktörlerle birlikte politik faktörlerin de Avrupa bütünleşme süreci üzerinde öne çıkmaya başlamasına yol açmıştır.
Avrupa Birliği’nin ekonomik bir birlikten siyasi bir birliğe doğru geçiş süreci, 1992 yılında Maastricht Antlaşması, 1997 yılında Amsterdam Antlaşması, 2001 yılında Nice Antlaşması ve 2007 yılında Lizbon Antlaşması ile devam etmiştir. Ayrıca günümüz Avrupa Birliği’nde siyasi nedenlerin artık ekonomik nedenlerin önüne geçtiği ifade edilmektedir. Bu doğrultuda, Avrupa Birliği’nin günümüzde ekonomik yapıya sahip bir örgüt olmaktan çok farklı alanlarda faaliyet gösteren siyasi bir örgüte dönüştüğü yönünde baskın görüş artmaktadır.
Diğer yandan, siyasi bir birlik olarak nitelenen Avrupa Birliği bünyesinde olması gereken “değerler” hususunda bazı tartışmalar da yaşanmaktadır. Öyle ki politik ve siyasi tabanlı bütünleşmeler, ekonomik tabanlı bütünleşmelerden ayrı olarak ekonomik hedeflere uzanmanın ötesinde belli bazı siyasi, hukuki ve felsefi değerleri esas almaktadır.
Bunun yanı sıra değer hususundaki tartışmaların aslında Avrupa Birliği’nin kuruluş temellerinin atıldığı ilk yıllara kadar uzandığını söylemek mümkündür. Bu doğrultuda, nevi şahsına münhasır bütünleşme projesi olan Avrupa Birliği’nin başarılı bir biçimde hayata geçirilebilmesinin üye devletler arasında en az düzeyde homojenliği sağlayacak ortak bir değerler sisteminin oluşturulmasına bağlı olduğu 1950’li yılların başlangıcından beri sıklıkla ifade edilmiştir. Öyle ki kuruluşuna yönelik ilk adımların atıldığı günlerden beri barış, ekonomik özgürlük ve bütünleşme, birçok kesimce Avrupa Birliği’nin dayandığı üç sihirli değer olarak görülmüştür. Avrupa Birliği’nin esas alması gereken değerlere kurucu antlaşmalarda yer verilmesi ise, ilk defa Maastricht Antlaşması ile gerçekleşmiştir. Bunun ardından, Amsterdam Antlaşması ile Kopenhag Kriterleri olarak adlandırılan siyasi ve hukuki kriterlerin kurucu antlaşmalara dâhil edildiği dikkat çekmektedir. Temel Haklar Şartı’nın 2001 yılında kabul edilmesiyle de Avrupa Birliği’nin ortak değerlerinin oluşumu bakımından önemli bir gelişmedir Ayrıca Anayasa Antlaşması’nın ilk başlığının 2. maddesinde Avrupa Birliği’nin üzerine kurulduğu değerlere ilişkin müstakil bir norma yer verildiği bilinmektedir.
Avrupa Birliği Antlaşması’nın 2. maddesinde, Avrupa Birliği’nin insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı gibi değerler üzerine kurulu olduğu belirtilmiştir. Kurucu antlaşmalarda da yer verilen bu değerler, Avrupa Birliği ölçütünde oldukça fazla öneme sahiptir. Öyle ki bahse konu bu değerler, Avrupa Birliği’nin siyasi, hukuki ve felsefi temelini oluşturmanın yanında Avrupa Birliği’nde ortak bir kimliğin oluşumuna katkıda bulunmakta, farklı ulusları bünyesinde barındıran bir devletler topluluğu olarak Avrupa Birliği’nin bütünleşmesini sağlamakta, Avrupa Birliği’ne girişeceği faaliyetlerde yol göstermekte ve bu faaliyetlere meşruiyet kazandırmaktadır.
Ancak bahse konu Avrupa Birliği’nin bu değerleri hiç olmadığı kadar son yıllarda çeşitli tehditlere maruz kalmaktadır. Örneğin, Avrupa kıtasında meydana gelen terör eylemleri neticesinde yabancı karşıtlığının artması, Avrupa Birliği değerleri arasında olan çok kültürlülük kavramının gerilemesine neden olmaktadır. Yine Avrupa Birliği’nin vazgeçilmez değerlerinden olan demokrasi ise, Avrupa kıtasına artan yoğun yasadışı göç nedeniyle en ciddi sınavlardan birisini vermektedir. Aynı şekilde insan hakları kavramı da, bahse konu bu göçler neticesinde Avrupa Birliği nazarında tartışmalara yol açmaktadır. Avrupa Birliği’nin supranasyonel yapısı da son yıllarda tartışılan konuların başında gelmektedir. Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılmasını konu alan Brexit ve kıta Avrupa’sında artan aşırı sağ, ulusal egemenlik anlayışının artmasına, ulus-üstü kimlik yapısının gerilemesine neden olmaktadır.
2.2. Kavramsal Açıdan Avrupa Birliği’nin Ulus-Üstü Kimlik Yapısı
Avrupa Birliği’nin ulus üstü kimlik yapısı, Avrupa Birliği’nin siyasi bir aktör olarak uluslararası sahnede ortaya çıkmasından sonra bu yapı referans alınarak tartışılmıştır. Avrupalılık ve Avrupa Birliği kimliği denildiği zaman Birliğin esas değerleri ve kriterleri üzerinden bir tanımlamaya gidilmektedir. Kavramsal anlamda özellikle 1990’lı yılların ardından görece daha fazla önem atfedilen ortak bir Avrupa Birliği kimliği kavramından referansla Avrupa Birliği, ekonomik, siyasal ve güvenliğe bağlı önemli konuların yanında kültürel olarak da inşa edilmek istenen bir oluşumun varlığını göstermektedir. Literatürde kimlik, tarih, kültür mirası gibi konuların üzerinde yapılan incelemelerin bolluğu, Avrupa Birliği’nin kültürel boyutta önemliliğinin vurgusu durumundadır.
Bir büyüteçle bütünleşik Avrupa fikrine bakıldığında görülmektedir ki; Avrupa düşüncesi, Avrupa kıtasının karmaşık toplumları içerisinden süzülmüş ve bu düşünce ile gündelik politik hayat prizmasının içerisinden geçerken kırılmaktadır. Bu kırılmanın en önemli zaman dilimi ise yirminci yüzyılın başlarından ortalarına kadar geçen süredir. Şüphesiz kıta öncesinde de önemli kırılmalar yaşamış ve hatta bunları tüm dünya sathına yayabilecek dinamizmi göstermiştir ve yine aynı zaman diliminde birçok Avrupalı filozof tarafından bütünleşme, birleşme gibi fikirler ortaya atılmıştır. Hatta Antik Yunan’ın, Hristiyanlık dininin ve aydınlanma öğretilerinin bu minvalde besleyicilikleri olduğu da ifade edilebilir. Fakat günümüz Avrupa’sını ortaya çıkaran ortak akıl ancak İkinci Dünya Savaş’ı sonrası kendisine hayat sahası bulabilmiştir. Bunu ortaya çıkaran en temel etkense savaşın Avrupa kıtasını yıkıcılığı olmuştur.
İki savaşın yıkıcılığı ve küresel bir politik çıkmaz, Avrupalı devlet elitlerini ve seçkinlerini, kıta için süreklilik arz eden çözümler üretmeye sevk etmiştir. Bu düşünce Schuman Planı ile açık bir hale gelmiş ve entegrasyonun ilk adımları atılmıştır. Entegrasyon düşüncesi aynı zamanda bugünün Avrupa’sının dahi çok boyutlu olarak kimliğini de oluşturan önemli bir mesafe olarak ifade edilebilir. Öyle ki entegrasyonun gerekli kıldığı sürekli iletişim ve işbirliği imkanları arayışı, zaman içerisinde bir zihni dönüşüme tevarüs ederek ve bugün bir entelektüel gerçeklik olarak Avrupa’nın ruhunu oluşturmaktadır. Bu ruh aynı zamanda kurumlarından politikalarına, zihin haritasından üniversitelerine ve hatta iç dinamiklerine kadar birçok alanı doğrudan etkileyen bir kimliğin de yansımasıdır. Bugün Avrupa veya Avrupa Birliği denildiğinde oluşan algı, farklı kimliklerin ortak amaçlar için bir arada bulunabileceğini, ortak aklın üstün ve makbul olmasını, istikrarın çözüm için diyalogdan geçtiğini, küçük detayların Birlik için önemli olduğunu, sorunların kurumlarla ve hukuk içerisinde çözülmesi gerektiğini, diplomasinin ve diyaloğun yani yumuşak gücün en az askeri güç kadar önemli olduğunu tüm örnekleriyle gözler önüne sermektedir.
Uluslararası ilişkiler açısından bütünleşme kavramı, farklılıkların göz ardı edilerek siyasal, sosyal, kültürel hatta ekonomik anlamında bir birlikteliği vurgulamaktadır. Bu vurgunun yanı sıra bütünleşme “öteki”lerin ayrılığını görmezden gelerek kapsayıcı da bir nitelik taşımaktadır. Avrupa’nın bütünleşme fikri de sarsıntılı geçen dönemlerden sonra bir ihtiyaç halini almıştır. Gerek kıta Avrupa’sında gerek uluslararası düzeyde artan milliyetçiliğin ve kimliğe dayalı ideolojilerin olduğu bir dönemde tarihsel birikimden de güç alarak ortaya çıkan bütünleşme dünya tarihinde yerini almıştır.
Bütünleşme hem ortak çıkarları doğrultusunda iş birliği yapan ulus-devletlerin faaliyetlerini hem de bu iş birliği içerisinde kullanılan yöntemleri, araçları, kurumları ifade eden bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu iş birliği içerisinde Avrupa Birliği, üst kimlik oluşturma hedefini de daima taze tutmuştur. Aynı zamanda bütünleşme, iki ve ya daha fazla ekonominin birbirlerine ihtiyaç duymalarından kaynaklanan bir düşünce yapısı olmakla birlikte, bu düşünce yapısı içerisinde ekonomi ve siyaset iç içe geçmiştir. Nitekim Avrupa Birliği’nin kuruluş temellerine de bakıldığında bu iç içe geçmiş ekonomik ve siyasal birlikteliğin ilk adımları görülmektedir. Ancak Avrupa Birliği için birliktelik düşüncesini 20. yüzyıla indirgemek yetersiz kalmıştır.
3.Avrupa Birliği Kimliğinin Karşısındaki Tehditler
Uluslararası alanda en başarılı girişim ve topluluk olarak ortaya çıkan Avrupa Birliği’ni özellikle 21. yüzyılda tehdit eden bazı gelişmeler ortaya çıkmıştır. Gerek Avrupalı/Avrupa Birliği üst kimliğine karşı gerekse Birlik içerisindeki üye devletler nazarında ortaya çıkan bu tehditlerin, şimdiye dek kazanılmış olan başarıların önünde engel olarak yükseldiği görülmektedir. Özellikle uluslararası terörizm, yakın kıta Avrupa’yı da etkilemiş, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde terör eylemleri gerçekleşmiştir. Aynı zamanda Avrupa Birliği’nin önemli üye devletleri arasında meydana gelen ekonomik krizler de Birlik nazarında muhafaza anlamında Avrupa’nın geçirdiği önemli sınavlardan birisi olmuştur. Yine Avrupa’nın kendini sınadığı bir başka durum ise, özellikle Arap Baharı sonrası gelişen kargaşa ve kaos, Avrupa’ya yönelik yasadışı göçlerin artmasına neden olmuştur. Avrupa Birliği sınırları içerisindeki ülkelerde aşırı sağ partilerin güç kazanması ve Brexit, Avrupa Birliği’nin sahip olduğu değerlerin ve de üst kimliğinin sorgulanır hale gelmesine neden olmuştur.
3.1. Uluslararası Terörizm
Özellikle Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra ortaya çıkan güç boşluğu, çeşitli baskı gruplarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu baskı grupları içerisinde illegal olarak faaliyet gösteren, terörist eylemler gerçekleştiren örgütler de yer almış, terörizm başka bir anlam muhteviyatına dönüşmüştür. 11 Eylül 2001 yılından sonra ise terörizm kavramı uluslararası alanda en çok telaffuz edilen kelimelerden biri olarak yerini almıştır. Bu tarihte gerçekleştirilen ABD’deki Dünya Ticaret Merkezi’ne yönelik saldırılar, özellikle Batı coğrafyasında terörizme karşı ortak bir cephe oluşturmuştur. 2004 yılında İspanya’nın başkenti Madrid’i, 2005 yılında İngiltere’nin başkenti Londra’yı hedef alan terör eylemleri Avrupa Birliği’nin de terör eylemlerin hedefi haline geldiğini göstermiştir.
Terörizmin Avrupa Birliği üzerine etkileri yalnızca sayısal veriler üzerinden açıklanacak boyutta olmamış, Avrupa Birliği’nin temellerini meydana getiren değerleri ve prensiplerini de etkisi altına almıştır. Bu bağlamda Kıta’da artan terör eylemleri neticesinde, saldırıları üstelenen terör örgütlerinin Ortadoğu coğrafyasından olması sebebiyle, Avrupa genelinde İslam ve Müslümanlar karşıtı görüş giderek güç kazanmıştır. Bu durumun neticesinde de Avrupa Birliği’nin temel değerlerinden olan “çokkültürlülük”, hem terör faaliyetlerinin hedefinde olmuş hem de Birlik içerisindeçok kültürlü unsurlara yönelik artan nefret söylemiyle birlikte anlam bütünlüğünde bir tezatlık barındırmıştır.
3.2. Yasa Dışı Göç
Kavramsal anlamda göç, basit olarak insanların yer değiştirmesi anlamına gelmektedir ve eski çağlardan bugüne değin tarihsel kavram muhteviyatında yerini korumuştur. Günümüzde göç konusunun gündeme gelmesi ve Avrupa kıtasını etkilemesinin farklı dinamikleri mevcuttur. Özellikle Arap Baharı’nın getirdiği bir süreçle birlikte ve Suriye iç savaşı neticesiyle uluslararası alanda İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en uzun soluklu göç dalgası meydana gelmiştir. Suriye iç savaşının derinleştiği ve göç dalgasının yoğunlaştığı 2015 yılı itibariyle gerek dünya kamuoyunu gerekse Avrupa kamuoyunu etkileyen göç kavramı, özellikle Avrupalı devletler için hayati bir konu olma durumuna gelmiştir. Öncelikle göç rotasını oluşturan Akdeniz’e kıyısı olan Avrupa Birliği ülkelerini ve ardından Almanya ve diğer Kuzey Avrupa ülkelerini etkileyen göç sorunu, artık Avrupa Birliği için bölgesel bir konu olmaktan çıkmıştır. Bu bağlamda sorunun çözümü sürecinden Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkelerinden olan Almanya müzakere masasına oturmuş ve çözüm için diğer Avrupa Birliği ülkelerine öncülük etmeye başlamıştır. Bu girişimlere rağmen halen üzerinden uzlaşılmış ve Birlik içerisinde üye ülkeleri tam anlamıyla ikna eden bir göç politikası yaklaşımı benimsenememiştir. Kaldı ki bir uzlaşıdan ziyade Avrupa Birliği ve üye devletler ile mülteciler arasında yaşanan göç sorunu daha da derinleşme göstermektedir. Bu bağlamda dünyanın geri kalanına karşı örnek ve övünç kaynağı olarak gösterilen Avrupa Birliği ve değerleri, göç sorunu ve mülteci kriziyle bir kez daha değerler çerçevesinden sınanmaya tabi tutulmuştur.
3.3. Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ
Avrupa Birliği sınırları içerisinde yabancı karşıtlığı ve bunun siyasal izdüşümü olarak gösterilen aşırı sağ partilerin güç kazanması, özellikle günümüz Avrupa siyasal düzeninde giderek artmaktadır. Özellikle 21. yüzyılda Avrupa kıtasına artan göç hareketleri ve Avrupa Birliği üyesi ülkelerde meydana gelen ekonomik ve siyasi tabanlı krizler, Kıta’da yaşayan farklı kimliklere yönelik şiddet ve nefret söylemini giderek arttırmaktadır. Avrupa Birliği kimliği için Kıta Avrupası’nda yükselen aşırı sağ popülist söylem, Birliğin temel dinamiklerini ve prensiplerini tehdit eder hale gelmiştir.
Avrupa Birliği sınırları içinde aşırı sağ partilerin yükselişinin göstergeleri içinde bu partilerin ulusal, yerel ve Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki oy oranlarındaki artış yanında, aşırı sağ örgütlerin ve hareketlerin artışı ve aşırı sağ grupların ve bireylerin şiddet olaylarındaki artışı gösterilmektedir.
1965 ile 1995 arası dönemde Batı Avrupa’da 19 aşırı sağ parti kurulmuştur. Aşırı sağ partilerin gücü özellikle Batı Avrupa’da 1980’lerden itibaren arttığı görülmektedir. Henüz hiçbir ulusal seçimde tek parti hükümetini oluşturabilecek çoğunluğu elde edememişlerdir ancak yerel, ulusal ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy oranları giderek artmaktadır.
Tablo 3.5: 2009,2014 ve 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ partilerin oy değişimi
Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı ve görüldüğü üzere Avrupa Parlamentosu seçimlerinden aşırı sağ partilerin güç kazandığını söylemek mümkündür. Özellikle Avrupa Birliği’nin lokomotiflerinden olan Fransa’da “Ulusal Cephe”nin oylarını neredeyse 4 katına çıkartması, Avrupa Birliği muhteviyatı açısından kaygı verici nitelikte olmuştur.
2014 seçimlerinde, ülke genel seçimlerinde iktidar hedefini yakalayamayan ve Avrupa Birliği karşıtı üzerinden Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılan euroseptik(Avrupa Birliği’ne şüphe ile bakan) partiler önemli başarılar kazanmışlardır. Ayrıca bu minvalde bakıldığında 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde öne çıkan seçim kampanyaları euroseptisizm ve yabancı karşıtlığı doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bu kampanyalara yönelik teveccüh ve seçim sonuçları Avrupa Birliği değerleri ve kimliği açısından olumsuz sonuçlar doğuracağı şeklinde yorumlanmaktadır.
Euroseptik partilerin Avrupa Parlamentosu’nda giderek güç kazandığı 2014 Parlamento seçimleriyle tescillenmiştir. Avrupa Parlamentosu’nun bu durum karşısında çözüm arayışı da devam etmektedir. Avrupa Parlamentosu seçimlerine geren euroseptik partiler, Avrupa Birliği’nden ayrılmak, Avro’ya karşıt olmak gibi vaatlerle Parlamento’da güç kazanmaktadır. Aynı şekilde aşırı sağ partilerin 2019 seçimlerinde kısmi düşüş olsa da gücünü muhafaza ettiği ve halk tarafından kabul gördüğü bir kez daha anlaşılmıştır. Bu durum karşısında ortak değerler ve kültür çerçevesinde bugüne kadar ayakta kalmayı başaran Avrupa Birliği’nin geleceği için mutlak devamlılık söylemine şüpheyle yaklaşılacaktır.
3.4. Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden Ayrılışı ve Brexit Referandumu
Brexit süreci, Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılmasını konu edinen bir tanımlama olarak karşımıza çıkmaktadır. Brexit süreci, içinde barındırdığı etkiler hasebiyle sadece Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği değil, bölgesel ve küresel anlamda da önem atfedilen bir konudur.
Ulusal kimlik anlayışının güç kazandığı günümüz toplumlarında Brexit, bu anlayışın bir tezahürü olarak da görmek de mümkündür. Ayrıca belirtilmelidir ki Birlik içerisinde egemenlik anlayışına sahip ve ulusal egemenlik düşüncesini birincil faktör olarak tutan öncül güç genellikle Birleşik Krallık olmuştur. Bu bağlamda Avrupa Birliği’ne yönelik şüpheci yaklaşımlar ve güçlenen ulusal kimlik anlayışı Birleşik Krallık’ı Avrupa Birliği’nden ayrışma sürecine götürmüştür. Bu ayrışmanın sonuçları olacağı gibi tartışmaya tabi birtakım nedenlerinin varlığı da söz konusudur.
Bahsedildiği üzere küreselleşmenin yaygınlaşmasıyla birlikte kimi toplumlarda muhafazakâr değerlere sahip çıkma güdüsü de artmaktadır. Ortak bir bütünlük anlayışının ve şeffaflığın temelinde olan Avrupa Birliği’ne karşı da bazı şüpheci yaklaşımlar gelişmektedir. Bu minvalde ulusal kimlik anlayışının 21. yüzyılda yeniden güç kazanması, Birleşik Krallık’ı Brexit sürecine götüren süreçlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu doğrultuda bir döngü oluşturacak şekilde Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılması, Birlik üyesi ülkelerde ulus-üstü egemenlik anlayışı yerine ulusal egemenlik anlayışının benimsenmesinin bir dürtüsü olabileceği endişelerinin yaşanmasına neden olmaktadır.
21. yüzyılda Avrupa Birliği’ni önemli ölçüde etkileyen krizler yaşanmıştır ve ilerleyen yıllarda da yaşanması muhtemel görünmektedir. 2008 yılında baş gösteren küresel ekonomik kriz kısa sürede Avrupa kıtasını yayılmış ve Avrupa Birliği’nin hassas ekonomilerini etkisi altına almıştır. Yunanistan, İtalya, İspanya ve Portekiz krizden ilk ve derin bir şekilde etkilenen ülkelerin başında gelmiştir. 2016 yılının haziran ayında yapılan referandumda ayrılma düşüncesini destekleyenlerin önemli bir argümanını da yaşanan bu ekonomik kriz oluşturmuştur.
Büyük Britanya’nın Avrupa Birliği’nden ayrılarak göç dalgasının etkilerinden de kısmen kaçınma düşüncesi, referandum sonucu doğrudan etkileyen başlıca sebeplerden olmuştur. 23 Haziran 2016’daki Brexit referandumu %51,9oyla AB’den ayrılma lehine sonuçlanmıştır.
Sonuç
Avrupa Birliği gerek organizasyonel oluşumuyla gerek supranasyonel yapısıyla tarihin en başarılı ulus-üstü bütünlüklerinden birini oluşturmaktadır. Ancak Avrupa Birliği’ni ve günümüze kadar getirdiği değerleri, özellikle 21. yüzyılda tehdit eden bazı gelişmeler ortaya çıkmıştır. Gerek Avrupa Birliği ulus-üstü yapısına ve değerlerine karşı gerekse Birlik içerisindeki üye devletler nazarında ortaya çıkan bu tehditlerin, şimdiye dek kazanılmış olan başarıların önünde engel olarak yükseldiği görülmektedir. Özellikle Ortadoğu coğrafyasındaki otorite boşluğundan faydalanarak ortaya çıkan terör faaliyetleri, yakın kıta Avrupa’yı da etkilemiş, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde terör eylemleri olarak bu tehditlerin örnekleri kendini göstermiştir. Aynı şekilde 2008 yılında patlak veren küresel ekonomik kriz, kısa sürede Avrupa Birliği’nin önemli üye devletleri arasına da yayılmıştır. Birlik nazarında supranasyonel yapının muhafazası konusunda Avrupa Birliği’nin geçirdiği önemli sınavlardan birisi olmuştur. Yine Avrupa’nın kendini sınadığı bir başka durum ise, yakın coğrafyasında kargaşa ve kaos nedeniyle Avrupa’ya yönelik yasadışı göçlerin artmasıyla birlikte gelişmiştir.
21.yüzyılın başlarında ortaya çıkan ekonomik ve siyasal krizler, Avrupa Birliği değerlerinin ve ulus-üstü kimlik anlayışının sorgulanmasına neden olmuştur. Bu sorgulamanın neticesinde bahsedilen faktörlerin yanı sıra, bilhassa Avrupa Birliği üyesi ülkelerde krizlere bir reaksiyon olarak aşırı sağ partilerin güç kazanması da Avrupa Birliği kimliği değerleri açısından bir tehdit olarak görülmektedir. Örneğin 2009, 2014 ve 2019 Avrupa Parlamentosu seçimleri mukayese edildiğinde aşırı sağ partilerin önemli ölçüde güç kazandığı görülmektedir. Ulusal egemenlik anlayışı temelli bu aşırı sağ partiler, ilerleyen dönemde Avrupa Birliği’nin ulus-üstü yapısına karşı, hatta Avrupa Birliği’ne karşı tehdit oluşturabilecek ölçüde seçmen desteğiyle elini güçlendirmişlerdir. Bu çerçevede Birlik genelinde “ulus devlet” anlayışının yeniden güçlendiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Yaşanan krizlere bir ilave olarak Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılışı da ulus üstü anlayışın zayıflamasına örnek olarak gösterilebilmektedir. Birlik temellerinin atılışından bugüne değin ulusal egemenlik anlayışını muhafaza eden Birleşik Krallık, bahsedilen ekonomik ve siyasi krizlerin külfet yükünden kaçınmak adına Birlik’ten ayrılmıştır. Aynı şekilde bir başka örnek de Avrupa Birliği sınırları içerisinde ortaya çıkan ayrılıkçı hareketler ve bağımsızlık referandumları, Avrupa Birliği’nde artan ulus devlet anlayışının bir göstergesi olarak yorumlanmaktadır. Bugüne değin oluşturulmaya çalışılan Avrupa Birliği üst kimliği, ulusal sınırların daha koyu kalemlerle çizilmeye başlandığı günümüz reel politiğinde, ulusal kimliklerin öne çıkmasıyla birlikte, Avrupa Birliği kimliğinin devamlılığı ve supranasyonel yapısı açısından karamsar tabloyla karşı karşıya kalmaktadır.
Kaynakça
Aras, İlhan (2017). “2014 Avrupa Parlamentosu Seçimleri”. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi 16(1): 1-32.
Calhoun, Craig (2001). “TheVirtues of Inconsistency: Identity andPlurality in theConceptualization of Europe”. ConstructingEurope’s Identity: TheExternalDimension. Ed. Lars-Eriksen Cederman. London: LynneRiennerPublishers. 35- 56.
Dedeoğlu, Beril (2006). Adım Adım Avrupa Birliği, İstanbul: Okumuş Adam Yayınları.
Delanty, Gerard (1995). Inventing Europe: Idea, Identity, Reality. London: Macmillan Press.
Dinan, Desmond (2013). Avrupa Birliği Tarihi. Çev. H. Akay. İstanbul: Kitap Yayınevi.
Ertuğrul, Kürşat (2001). “AB ve Avrupalılık”. Doğu Batı Düşünce Dergisi 4(14): 144- 156.
Güneş, Ahmet M. (2016). “Avrupa Birliği’nin Temel Değerleri Üzerine”. TBB Dergisi 125: 307-340.
Herzfeld, Michael (2010). “Avrupa Benliği”. Avrupa Fikri. Ed. A. Pagden. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 161-195.
Hopyar, Zehra (2016). “Avrupa’nın Mülteci Politikası”. Uluslararası Politik Araştırmalar Dergisi 2(3): 56-67.
Melucci, Alberto (2014). “Süreç Olarak Kolektif Kimlik” Kimlik Politikaları. Ed. F. Mollaer. Ankara: Doğu Batı Yayınları. 79-104.
Minkenberg, Michael (2011). “TheRadical Right in Europe Today: TrendsandPatterns in East and West”. Is Europe on the “Right” Path?: Right-wingExtremismand Right-wingPopulism in Europe. Ed. Nora Langenbacher ve BrittaSchellenberg. Berlin: Friedrich.
Öner, Selcen (2014). “Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ, Yeni ‘Öteki’ler Ve Türkiye’nin Ab Üyeliği”. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi 13(1): 163-184.
Parekh, Bihikhu (2014). “Kimliğin Mantığı”. Kimlik Politikaları. Ed. F. Mollaer. Ankara: Doğu Batı Yayınları. 53-76.
Yurdusev, A. Nuri (1997). “Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği”. Türkiye ve Avrupa: Batılılaşma, Kalkınma, Demokrasi. Ed. Atila Eralp. Ankara: İmge Kitabevi. 17-85.