Bültenimize Abone Olun

En son haberler ve özel duyurulardan haberdar olmak için abone olun

Tarih:

Kriz ile Mücadelede Yeni Ekonomi Programı: Başarabiliriz Yeter ki Doğru Politikaları Uygulayalım

Diğer Başlıklar

Bizi Sosyal Medyada Takip Edin

ÖZET

Türkiye’de ekonomik krizle mücadele için hükümet, Mayıs 2023 seçimlerinin ardından yeni bir ekonomi programı oluşturdu ve uygulamaya koydu. Para politikalarının etkileri hemen görülmez, ancak altı ay ve bir buçuk yıl gibi bir dilimde gerçek etkileri gözlemlenebilir. Uygulanan ekonomi programına inanmak, yöneticilerin beyanlarını esas alarak yapılacaklara odaklanmak bu krizden çıkmak isteyen herkes doğru bir yaklaşım olacaktır. Sürekli sansasyonel felaket tellallığı içeren, falcılık yapar gibi yapılan açıklamalara itibar etmek doğru değildir. Türkiye krizle mücadeleden yeni bir program ile çıkabilir, yeter ki doğru politikalar izlensin, bazı şartlar yerine getirilsin. Bunun için gerekli güveni oluşturmak ve Türkiye’nin krizden başarı ile çıkması hem kişilerin hem de ülkemizin yararına olacaktır. Bu analizde krizle mücadeleden başarı ile çıkmanın yolları ve şartları kısaca tahlil edilmektedir.

 

Kriz ile Mücadelede Yeni Ekonomi Programı: Başarabiliriz Yeter ki Doğru Politikaları Uygulayalım

 

Para politikasının etkisini gecikmeli olarak, 6-18 ay gibi bir sürede gösterdiğini biliyoruz. Krizle mücadelede uygulanan programın başarısını uzun vadeli eğilimlere bakarak değerlendirmemiz gerekir. Kullanılan verilerin mevsimlik etkilerden arındırılmış olmasında yarar var. Yaşanan anlık-haftalık-aylık olumsuz gelişmeler üzerine karamsar yorumlar yapmak, kriz dönemlerinde büyük ihtiyaç duyulan güveni sarsmaktadır. Bu da beklentilerin kötüleşmesine, enflasyon ve kur beklentilerinin yükselmesine, TL’den kaçışa, döviz-altın talebinde artışa, kredi risk priminde ve ürün fiyatlamada aşırı yükselişlere neden olmaktadır.

Yılbaşı sonrası maaş zamları ve bunun hemen akabinde fiyatlarda görülen aşırı yükselişler (bir kısmı fırsatçı artış) nedeniyle, Ocak ayı enflasyon oranı daima yüksek çıkar. TUİK-TÜFE 2023 Ocak ayı enflasyon oranı yüzde 6,65, 2024 Ocak için ise yüzde 6,70’tir. Ocak 2024’ün yıllık enflasyon oranı, seriden 6.65’in düşülüp, seriye 6,70’in ilave edilmesi suretiyle elde edilir. Ocak için 2 rakam yakın olduğu için baz etkisi oluşmamış, yıllık enflasyon oranı yüzde 65 olarak hesaplanmıştır. Şubat 2024 için ise yıllık enflasyon Ocak ayına göre daha yüksek (Yüzde 67,07) çıkmıştır. Bunda Ocak ayında başlayan fiyat artışlarının Şubat ayında devam etmesinin yanısıra, ufak da olsa bir baz etkisinin rolü vardır. 2023 Şubat ayı enflasyon oranı 3.15 iken, 2024 Şubat ayı enflasyonu yüzde 4,53 çıkmıştır. Arada 1,5 puana yakın fark bulunmaktadır. Yıllık Şubat enflasyonunu hesaplarken seriden 3,15 düşülüp, 4,53 ilâve edilmesi gerekmektedir. Bu durumda Şubat ayı için elde edilen yıllık enflasyon oranı baz etkisinin de etkisiyle yüksek çıkmıştır.

Her gün “kur yine rekor kırdı” cümlesiyle uyanıyoruz. İleriye dönük, bilimsel dayanağı olmayan, abartılı tahminler yapılıyor, bu tahminler için falcılara bile başvuruluyor. Döviz kurunun “göreceli satın alma gücü paritesi” (kabaca, Türkiye’nin enflasyon oranı eksi  ihracat yaptığımız ülkelerin enflasyon oranı, şeklinde hesaplanır) paralelinde yükselmesi gerekmektedir. Kurda gözlenen artış doğal karşılanmalıdır. Gerekli düzeyde artış olmaz, TL aşırı değerli hale gelirse, ihracat pahalılaşır, ithalat ucuzlar, cari işlemler açığı olumsuz etkilenir. Kısacası, TL’de reel değer kaybı olmamalıdır ancak aşırı reel değerlenme de arzu edilmeyen bir durumdur.

Kamunun borcunun çok yüksek olduğu söyleniyor. Merkez Bankası‘nın swap hariç net rezervlerinin ekside (eksi 40.8 milyar dolar-1 Mart haftası) olduğu bir ortamda, bunun önemli bir problem olduğu gerçeği yadsınamaz. Borç almamız, borcu borçla çevirmemiz gerekmektedir. Şayet güven ortamını sarsacak beyanlarda bulunursak hem borç bulma imkânımız zorlaşacak hem de borçlanma maliyetimiz artacaktır. Nitekim Şubat enflasyonunun yüksek çıkması üzerine yapılan yorumlar nedeniyle Türkiye’nin 5 yıllık kredi risk primi (CDS) Şubat sonunda 286 iken 5 Mart 2024 itibarıyla 321’e yükselmiştir.

Kamu borç stokunun yüksek olduğu doğrudur. Ancak küresel boyutta, GSYH’ya oran olarak karşılaştırıldığında, o kadar da yüksek görünmemektedir. “Politika Normalleşme Yolunda” başlığı ile yayınlanan Nisan 2024 tarihli IMF Mali İzleme Raporu’nda; Kamu borcu/GSYH oranı, Türkiye için, 2023’te yüzde 35, 2024’te yüzde 36,7, 2025’te yüzde 37,7, 2026’da yüzde 38,8, 2027’de yüzde 40,4 ve 2028’de yüzde 42,3 olarak tahmin edilmiştir. ABD’nin kamu borç/GSYH oranının  2028’de yüzde 136,2, Çin’inkinin yüzde 104.9, küresel kamu borcunun ise yüzde 99,6 düzeyinde gerçekleşmesi beklenmektedir.

Yeni ekonomi yönetimi başlangıçta dövize müdahale edilmeyeceğini ve şeffaflığa önem verileceğini vurgulamıştı. Uzmanlar bilanço verileri üzerinden yaptıkları hesaplamada son aylarda dövize müdahale niteliğinde satış yapıldığını iddia ediyor. Halbuki yöneticiler “kur hedefimiz yok, kura müdahale yok” diyor. Merkez Bankası dövizi dizginlemek için bir dizi önlem almış durumda. Örneğin, 5-7 Mart 2024 aralığında, 1,4 milyar dolar tutarında Uzlaşmalı Vadeli Döviz Satım işlemi yapmıştır. Bu yolla bir yandan piyasadaki TL fazlasını çekmeyi, diğer yandan da dövize olan talebi ötelemeye çalışıyorlar. Ayrıca, bankalara döviz satışını sınırlama talimatı vermiş ve kredi büyümesine dayalı menkul kıymet tesisi kapsamında sıkılaştırmaya gitmiştir. Sıkılaştırma adımları çerçevesinde; TL ticari krediler için aylık büyüme sınırını yüzde 2,5’ten 2’ye, ihtiyaç kredilerinde ise yüzde 3ten yüzde 2’ye düşürmüştür. Kredilerin büyüme oranına getirdiği sınırı aşan kısmı için TL cinsinden yatırılan zorunlu karşılıkların 1 yıl süreyle bloke olarak tutulması gerekmektedir. TL Uzlaşmalı Vadeli Döviz Satışı rezervlerde görülmediği için rezervlerde görülen düşüş bu türev enstrüman işlemi ile ilgili olamaz. (Aslında TL uzlaşmalı döviz satım işlemi de bir tür müdahaledir. Dövize olan talebi öteleyerek kur üzerindeki baskıyı azaltır.)

Yönetimin beyanına inanmak, güven ortamının tesisi için büyük önem taşır. Bu noktada şeffaflık gereği öne çıkıyor. Merkez Bankası’nın, eskiden olduğu gibi, bilanço verilerini kullanarak rezervdeki gerilemenin kaynaklarını açıklaması, var olan şüpheyi ortadan kaldıracaktır.

Krizle mücadelede başarılı olmanın şartları şu şekilde sıralanabilir:

– Bütçe Açığı/GSYH oranının yüzde 3’ün altında tutulması,

– Cari açığın küçülmesi (net altın ithalatı 2023 yılında açığın yüzde 60’ını oluşturuyordu. İşlenmemiş altına konulan yüzde 20 vergi ve külçe altına getirilen kota nedeniyle altın ithalatının 12 milyar dolara inmesi, dolayısıyla cari açığın, dövize talebin ve de kur üzerindeki baskının azalacağı öngörülmektedir),

– KKM sorununun tamamen çözülmesi (KKM’den çözülen para büyük ölçüde TL mevduata gitmektedir),

– Programın yapısal yönünün güçlendirilmesi ve bu konuda kamunun bilgilendirilmesi,

o tarımsal üretimin teşviki,

o sanayide dönüşüm,

o yeşil dönüşüm,

o ithal ikamesi sağlayacak tedbirlerin alınması,

o tedarik zincirindeki aksaklıkların giderilmesi.

– Depremin yaralarının sarılmasında yol katedilmesi,

– Kamuda savurganlığın önlenmesi,

– Krizle mücadele programının ciddiyetle uygulanması,

– Fiyatlamada denetim,

– Devlet Planlama Teşkilatı yeniden kurularak ihtiyaca yönelik üretim planlaması yapılması.

– Gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi için çaba sarf edilmesi.

 

Ve tabii, güven ortamının düzeltilmesi için olmazsa olmazlar unutulmamalıdır.

Hepimiz aynı gemideyiz. Krizle mücadelenin başarıya ulaşmasını hepimiz isteriz. Pandemi sonrası yaşanan enflasyonist süreç, doğru politikalar uygulayan ülkelerde sonlanmış bulunuyor. Ancak Türkiye özelinde uygulanan yanlış politikalar nedeniyle kriz derinleşmiş, krizle mücadele zorlaşmıştır. Şartlar sağlanırsa mücadelede başarıya ulaşılabilir, ancak diğer ülkelere nazaran daha uzun bir süre gerekecektir.

Prof. Dr. Nur Keyder
Prof. Dr. Nur Keyder
Prof. Dr. Nur Keyder, Ortaokul ve Lise tahsilini TED Ankara Koleji’nde, Lise son sınıfı ise AFS ile gittiği George Washington Senior High School’da tamamladı. Lisans derecesini ODTÜ Ekonomi Bölümü’nden, Yüksek Lisans derecesini Fulbright Bursu ile gittiği The University of Texas (Austin)’dan aldı. Doktora derecesini ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden aldı. Doktora tezi çalışmalarının bir bölümünü Birleşmiş Milletler Bursu ile gittiği LSE’de gerçekleştirdi. 1962-1964 yıllarında The University of Texas’ta araştırma asistanı olarak görev yaptı. 1966’da yurda dönünce ODTÜ Ekonomi Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak işe başladı. 1976 yılında Yardımcı Doçent oldu. 1979-1984 yılları arasında ABD’de öğretim üyesi olarak görev yaptıktan sonra 1984’te tekrar ODTÜ’ye döndü. 1986 yılında Doçent, 1992 yılında Profesör oldu. 2004 yılında emekliye ayrıldı, 2010 yılından sonra fotoğrafçılıkla ilgilenmeye başladı.

Bültenimize Abone Olun

En son haberler ve özel duyurulardan haberdar olmak için abone olun

Diğer Yazılar