Bültenimize Abone Olun

En son haberler ve özel duyurulardan haberdar olmak için abone olun

Tarih:

Okur Mektubu 3: Geleceğe Dair Bir Umut Var mı? – Abdullah Çoban

Diğer Başlıklar

Bizi Sosyal Medyada Takip Edin

ÖZET

Politika, İnovasyon, Tasarım ve Gelişim Merkezi’ne (PİTGEM) gönderilen bu yazının özeti bulunmamaktadır. Daha önce yayınladığımız “Okur Mektubu 1 ve Okur Mektubu 2” başlıklı yazıların özet kısmında belirttiğimiz gibi PİTGEM, kamu politikalarına dair okuyuculardan gelen mektuplara, kısa görüş yazılarına yer vermektedir. Bu tip yazılar ve okuyucudan gelen mektuplar, “Okur Mektubu” kategorisinde yayınlanmaktadır. 6 Şubat 2023’te meydana gelen deprem felaketinin mağdurlarında bir depremzedenin yazdığı mektup, “Okur Mektubu 1: Biz Ölürken Siz Orada Yoktunuz!” ve “Okur Mektubu 2: Ölümden Sonra Dirilmek” başlıkları ile yayınlanmıştı. Bu yazı da yine deprem felaketini yaşayan bu defa, Adıyaman’dan seslenen bir depremzedenin feryadı, duygu ve düşüncelerini içermektedir. 

PİTGEM okuru, bize bu yazıyı bir mektup şeklinde göndermiş, devlet yönetimi ve kamu politikaları konusunda takip ettiği bir düşünce kuruluşu olarak, bizden ‘kendi gördüğü ve göremediği devlet yönetimini’ de yayınlamamızı, sesine ses olmamızı istemiştir. Bir ağıt gibi okuduğumuz bu yazıyı, acıları paylaşmak, en azından bu deprem felaketinden ders alınmasına bir parça vesile olmak ve yanlış yönetim anlayışlarından dönülüp daha doğru ve iyi bir yönetim anlayışının tüm siyasilere hâkim olması temennisi ile yayınlıyoruz.

Okur Mektubu 3: Geleceğe Dair Bir Umut Var mı?

Ben bir Adıyamanlı olarak artık takvim sayfalarını yırtmayı bıraktım. Çünkü takvim sayfalarını yırtmak, ekranlardaki elektronik rakamların değişmesi, sabah haberlerinde her yeni günün hangi aya veya yıla ait olduğunun yüksek sesle söylenmesi bir anlam ifade etmiyor. Adıyaman, Maraş, Hatay, Malatya ve diğer birçok ilimizde hayat 6 Şubat 2023 tarihi itibariyle durdu. Memleketimiz ise galiba hayat pahalılığından, seçimlerin stresinden, gündemin yoğunluğundan deprem yokmuş gibi davranmayı tercih etmektedir. Ya da belki de seçim sonrası yaşanan sevinç ve hüzün nidaları arasında artık depremzedeyi seçim kazanan da kaybeden de hatırlamak bile istemiyor. Bu ülkedeki vatandaşların neredeyse %15’inin etkilendiği bir felaketten sonra benim hislerimi hayal kırıklığı olmadan dile getirebilmemin mümkünatı yok. Çünkü devletimiz, Suriyeli sığınmacılara verdiği değerin yarısını depremzedelere vermiyor. Suriyeliler söz konusu olduğu zaman briket evlerden gururla bahseden Sn. Cumhurbaşkanına seslenmek istiyorum: Bizim başımızı sokacak bir damımız dahi yokken Türkiye Cumhuriyeti’nin önceliği hangi grup olmalıdır?  Bizim günahımız ya da suçumuz nedir? Vergi vermek, faturalarını düzenli şekilde ödemek, askere gitmek, ortak bir geçmişin hatırına sahip çıkmak ve daha güzel yarınlar için çabalamak mıdır bizim günahımız?

Savaştan ve katliamdan kaçan insanlara kucak açan Türkiye Cumhuriyeti, kendi vatandaşını kucaklamakta aynı derece gönüllü davranmıyor. Suriyelilere inşa edilen veya edildiği söylenen briket evler için herhangi bir ödeme talep edilecek mi? Bu sorunun yanıtını çok merak ediyorum. Evini ve işini kaybetmiş biri olarak, tıpkı Suriyeliler gibi, benim de başımı sokabileceğim ne bir dam var ne de geleceğe dair bir umut. Üstelik hayatımın ilerleyen dönemlerinde çalışıp çalışamayacağım da meçhul. Deprem birçok depremzede de fiziksel izler bıraktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da belirttiği üzere deprem bölgesinde yaklaşık olarak 850 bin kişinin çeşitli uzuvlarını kaybettiğinden bahsedilmektedir.  Mart ayının başlarında açıklanan bir plana göre ise evleri yıkılmış veya ağır hasar görmüş hak sahiplerinin maliyet üzerinden borçlanmaları ön görülmüş. İki yılı ödemesiz, toplam yirmi sene faizsiz vade imkânı sağlanarak depremzedelere evleri teslim edilecekmiş. Ben kendi alın terimle, dişimden tırnağımdan arttırarak ve yeri geldiğinde temel ihtiyaçlarımı öteleyerek zar zor aldığım bir ev için neden yeniden ödeme yapmak ve borçlanmak zorunda kalıyorum? Bir Allah’ın kulu bu durumu bana açıklayamaz.

Depremden sonra evini barkını kaybetmiş herkesin çalışabilecek fiziki yeterliliğe sahip olmadığını zaten en yetkili ağız, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan, açıklamıştı. Bir de yaşı yüzünden çalışamayacak insanlar var. Türkiye, zaten ne yaşlılarına ne dullara ne yetimlere ne de gazilerine değer veren bir memleket değil. Mesela dul kalmış bir bireyin rahmetli eşinden kendisine kalan emekli maaşı bile 5.000 lira civarında. 5.000 liralık bir maaş ile kolaysa TOKİ veya AFAD bürokratları bir ay geçinmeye çalışsınlar. Adıyaman’daki çoğu kimse başta Ankara olmak üzere çeşitli kentlere dağılmış vaziyette. Siz zannediyor musunuz ki aldıkları maaş ile büyük kentlerde bu insanlar geçinebiliyor? İktidar yetkililerinin özellikle büyük şehirlerdeki oy kaybını da iyice bir tahlil etmeleri gerekiyor. Deprem bölgesinden kaçıp büyük şehirlere sığınan depremzede seçmen, hayatın özellikle büyük şehirlerde ne kadar pahalı ve zor olduğunu yeni anlayabilmiş vaziyette. Doğalgaz müjdesi diye Türk milletine duyurulan ama aslında Mayıs ayındaki enflasyon oranını düşürmekten başka hiçbir şeye hizmet etmeyen bu uygulamanın neticesinde dulların, yetimlerin ve emeklilerin maaş zamlarının çarçur edildiğini de tüm depremzede akrabalarıma anlatmaya çalışıyorum.

Depremzedelere yönelik özel bir düzenlemenin yapılması gerekiyor. Biz sadaka istemiyoruz devletten. Zaten depremden sonra geç gelen veya bazı yerlere hiç gelemeyen devletimizden beklentimiz bize en azından Suriyelilere verdiği değeri vermesi. Biz büyük şehirlere sığınmak zorunda kalmış Ensarlar olarak hayatımıza devam etmek istiyoruz. Benim gözümde ailemin hayatta kalan üyeleri ve Adıyaman’dan geriye kalanlar gözümde tütüyor. Yaşamıma daha ne kadar memleketimden uzakta devam edebilirim veya geçinebilir miyim bilmiyorum. Benim fiziki koşullarıma bağlı bir şekilde çalışabileceğim uygun bir iş istiyorum. Geceleri uyuyamayan veya yaşadıkları korkudan dolayı hıçkırarak uyanan çocuklarım için psikolojik yardım istiyorum. Bana ve çocuklarıma, Allah kendilerinden razı olsun, gönüllü bir şekilde psikolojik yardım temin eden tek kurum Türkiye Komünist Partisi (TKP) oldu. Ne devletimiz ne iktidar partisi ne de en büyük muhalefet partileri bu konuda tek bir inisiyatif almadı. Takip edebildiğim kadarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de dile getirildiğine şahit olmadım. Depremden etkilenen insanların sayısının yaklaşık bir şekilde 15 milyon olduğunu tahmin ediliyor. Aslında toplumda psikolojik yardım alması gereken ve hatta zaruri olan 15 milyon insan var. Kimse farkında değil mi bu gerçeğin?

Hem iktidar cenahının önde gelen isimleri hem de muhalif olduğunu dile getirenler, depremzedelere yapılan yardımlar konusunda akıl almaz ifadeler kullanmakta birbirleriyle yarışıyorlar. Yok efendim Defne’dekiler Cumhurbaşkanı lehine oy vermemelerine rağmen Defne’ye devlet hastanesinin inşa edilmesini lütufmuş gibi anlatanlardan tutun da deprem bölgesinde Adalet ve Kalkınma Partisi lehine oy verenlerin aşağılanmasına kadar birçok şey duyup işittik bu süreçte. Öncelikle eğer, bu sözlerim tüm siyasetçiler için geçerlidir, siz halka ulaşmakta bir sorun yaşıyorsanız kendinize dönüp sormanız gereken bir soru bulunmaktadır: Acaba nerede hata yapıyorum? Bu soruyu kendinize sorduktan sonra eğer kusuru hala Türk milletinde buluyorsanız hiçbir şey diyemem. Mesela Hatay’ı düşünün. Depremden en çok etkilenmiş ilçelerine yardım çok geç ulaştı veya ulaşmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nezdinde Suriyeli sığınmacılar değerli olduğu için Hataylıların memleketlerini kaybetme korkusunu da hiçbir şekilde anlamıyor ya da anlamak istemiyor. Hatay’da Suriyelilerin “Atatürk’ün bizden aldığı Hatay’ı sizden geri aldık” dediğini sağır sultan duydu. Türk Hükümeti neden uyuyor? Depremden sonra bölge halkı göç ettiği için boşalan yerlere kimler geldi veya kimler yerleşti hiçbirimiz bilmiyoruz. Kendi toprağını bir istilacı sürüsüne terk etmek bu kadar kolay mı? Zaten sınırlarımız delik deşik olmuş. Sınırda “Türk kadınlarına” musallat olmak için binlerce kilometrelik yol tepen Afganları veya Pakistanlıları durdurmak için hiçbir asker yetki kullanamıyor. Ben Adıyaman’da da demografik yapının Suriyelilerin lehine bozulmasından endişeleniyorum ve Hataylıları çok iyi anlıyorum.

Keza muhalefet cephesine gelecek olursak sadece depremden sonra hatırladığınız bir bölge ile bağ kurmanız çok zor. Adıyaman’da muhalefetin önde gelen isimleri depremden sonra şehrimizi sıkça ziyaret etti ve halkımızın yanında olduğunu gösterdi. Bu durum için elbette minnettarız. Ancak bölgedeki sosyo-kültürel yapıyı değiştirmek ve dönüştürmek için bir çaba harcanacaksa bu süreç depremden çok daha önce başlamalıydı. Üstelik maalesef benim memleketimde Menzil tarikatı gibi bir gerçek var. Söz konusu tarikatın iktidar ile arasında son derece güçlü bir bağ mevcut iken muhalefet cenahının depremden sonra Adıyaman nezdinde düştüğü en büyük hata, bölgedeki dini vakıfların ve tarikatların etkisini küçümsemek oldu. Muhalefetin maalesef örgütlü bir şekilde bölgede uzun yıllar varlık gösterememesi, Adıyaman’ın toplumsal ve kültürel yapısından bihaber olması, depremden sonra hatırlaması, seçim sonuçlarından sonra bölge halkına yönelen ithamlar vs. depremden Hatay’dan sonra en çok etkilenmiş Adıyamanlı insanları oldukça üzdü. Burada muhalefet partileri tarafından da ciddi bir öz eleştiri yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Daha yazmak istediğim çok şey var. Ancak her Türk vatandaşı gibi ben de düşüncelerim yüzünden yaftalanmak veya “halkı kin ve düşmanlığa” tahrik etmekle suçlanmak istemiyorum. Bir vatandaş ve okuyucu olarak aklımdaki soruları madde madde sıralamam daha doğru olabilir:

  • Neden vatandaş zaten daha öncesinde kendi imkanlarıyla satın aldığı veya inşa ettiği evi yeniden borçlanarak satın almak zorunda kalıyor?
  • Neden yaşlılara, fiziki bütünlüğünü kaybedenlere, dullara ve yetimlere kolaylık sağlanmıyor?
  • Neden Suriyelilere briket ev yapımı için tüm kaynakların seferber edildiği gururla anlatılırken Adıyaman’da veya Hatay’da insanlar çadırlarda kalıyor? Sayın yetkililerin nezdinde Türk vatandaşı olmak bu kadar mı kıymetsiz? Gerçi kıymetli bir şey olsaydı Türk vatandaşlığı parayla satılacak bir emtia olarak değerlendirilmezdi.
  • Neden Adıyaman ve Hatay’daki demografik tehdit ciddiye alınmıyor?
  • Neden insanların sistematik bir şekilde psikolog ya da psikiyatrist desteği alması sağlanmıyor?
  • Neden insanlar aradan geçen dört aya rağmen hala temel ihtiyaçları için devletten değil de gönüllülerden medet ummak zorunda kalıyor?
  • Neden hala deprem bölgesindeki insanların dönüşüne yönelik bir plan ya da strateji belirlenmiş değil?
  • Neden hala bölgedeki çiftçilere yönelik farklı bir destekleme alımı veya teşvik paketi önerilmiş değil?

Bu soruları çoğaltmak mümkün. Netice itibariyle devletin hiçbir kurumunun geleceğe yönelik sistematik bir politikası yok. Bölgede sadece evler ya da dükkanlar inşa edildiği vakit bütün sorunların çözülebileceğini mi düşünüyorsunuz? Yanılıyorsunuz. Bizim, çocuklarımızın, şehrimizin, ülkemizin geleceğine dair umut verecek sahici adımlar atmanızı bekliyoruz.

Bültenimize Abone Olun

En son haberler ve özel duyurulardan haberdar olmak için abone olun

Diğer Yazılar