Politika, İnovasyon, Tasarım ve Gelişim Merkezi (PİTGEM) olarak Türkiye’nin yönetim merkezi başkent Ankara’nın tarihsel kimliği ve diplomasi geçmişi üzerine kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdik. Ankara’nın Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce de önemli medeniyetlere ev sahipliği yaptığı bir tarihi, dünyada özellikle ticari ürünleri ile ciddi bir tanınırlığı ve hatta Roma İmparatorluğu’na kadar giden bir başkent olma deneyimi mevcuttur. Ankara, 13 Ekim 1923’te Meclis’te kabul edilen bir kanun teklifi ile yeni Türkiye Devleti’nin başkenti olmuştur. Ancak, Ankara’nın Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra başkent olarak kendisini uluslararası camiaya ve dönemin büyük devletlerine kabul ettirmesi büyük bir mücadele sonucu olabilmiştir. Örneğin İngiltere’nin Ankara’nın başkent oluşunu tamamen kabul etmesi kararlı bir duruş ve ciddi taktiksel hamleler ile ancak 1929 yılında gerçekleşmiştir. Ankara, daha sonrasında dünyanın en kritik yönetim merkezlerinden birisi haline gelmiştir. 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında uluslararası diplomasi, siyasi mücadeleler ve rekabetin önemli taraflarından ve merkezlerinden birisi olmuş; soğuk savaşın bitişi sonrasında 1990 ve 2000’lerde de çok aktörlü, çok yönlü küreselleşen dünyada lider merkezlerden birisi olma özelliğini sürdürmüştür. Bugün Türkiye’de siyasi ve idari karar vericiler, bütün siyasi parti temsilcileri ve kamu politikası ve siyasi arenadaki mücadelelerin tarafı ve aktörü konumunda olan tüm kuruluşların ve kişilerin Ankara’nın siyasi ve diplomatik tarihini bilmesi ve karar alma süreçlerinde bu bilinçle hareket etmesi, katkı sunması elzemdir.
Ankara’nın tarihsel kimliği, siyasi geçmişi ve bir diplomasi merkezi olarak dününü ve bugününü bu alanda çalışmalar yapan araştırmacı Muhammed Murat Arslan ile konuştuk. Muhammed Murat Arslan, 2014 yılında Turgut Özal Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. 2019 yılında “Türkiye’nin ve Rusya’nın Orta Asya’ya Yönelik Kamu Diplomasisi Faaliyetleri: Karşılaştırmalı Bir İnceleme” başlıklı teziyle Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nden yüksek lisans derecesini elde etti. Yurt içinde ve dışında farklı kongrelerde uluslararası ilişkiler, Türk dış politikası, kamu diplomasisi ve iletişim alanlarında sunumlar yaptı. Şu an çeşitli kuruluşlara iletişim ve içerik danışmanlığı yapmakta, çalışma alanları üzerine araştırmalarda bulunmaktadır. Aynı zamanda belgesel sinema üzerine çalışan Arslan’ın yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği belgeseller bulunmaktadır.
PİTGEM’in bu özel röportajının geniş özeti ve sansürsüz tam metnini aşağıda okuyucularımız ile paylaşıyoruz.
Röportajın Özeti:
“Ankara, Cumhuriyet ilan edilmeden önce de ciddi bir uluslararası tanınırlığa sahipti.”
“Sof ticareti nedeniyle uluslararası tüccarlar ve yabancı elçiler Ankara’yı gayet iyi biliyorlardı.”
“Ankara, daha önce de başkent olma tecrübesi yaşadı. Galatya, Roma İmparatorluğu’na eyalet şeklinde eklendiğinde Ankara da bu eyaletin başkenti olmuştu.”
“Ankara, Millî Mücadele Dönemi’nde inisiyatif merkezi haline gelmiş ve yeni bir devlet kurulmasında çok önemli bir rol üstlenmiştir.”
“27 Aralık 1919’da Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelmesiyle birlikte Ankara “de facto” (fiilen) olarak başkent olmuştur.”
“Ankara Garı, başkent Ankara’nın diplomatik hafıza merkezi haline gelmiştir. Ankara Garı’nda Fransızlar ile imzalanan ‘Ankara Anlaşması’ da Millî Mücadelenin seyrini açısından önemlidir.”
“Başta İngiltere olmak üzere Fransa, İtalya, ABD gibi ülkeler Ankara’nın başkent olmasını kabul etmediler ve büyük bir direniş cephesi oluşturdular. Onlar İstanbul’da kalmak istiyorlardı.”
“Atatürk, Ankara’nın başkent olarak kabulü için aktif bir diplomasi yürüttü. 1927 yılına kadar İstanbul’a gitmemesinin muhtemel sebeplerinden birisi budur. Örneğin 1928 yılında yaz tatilini geçirmek için İstanbul’a giden Atatürk’e, yeni atanan Fransız büyükelçi itimatnamesini sunmak istemiş ancak Atatürk randevuyu tatil dönüşünde Ankara’ya vermiştir. Randevunun Ankara’ya verilmesiyle oldubittinin önüne geçilerek güçlü bir mesaj vermiştir.”
“İngiltere, Ankara’nın başkent oluşunu ancak 1929 yılında Atatürk’ün uyguladığı taktiksel bir hamle ile kabullenmiştir.”
“Diplomasi, Ankara’yı hem mekân anlamında hem de sosyal yaşam bakımından etkilemiş, dönüştürmüştür.”
“Atatürk döneminde yabancı devlet adamlarının ziyaretleri sırasında diplomasi de sanatın kullanılmasının örnekleri de sergilenmiştir.”
“Demokrat Parti döneminde Türkiye’nin Batı bloğuna eklemlenmesi ile yabancı devlet adamlarının ziyaretleri çok artmıştır. Devlet başkanları arasında özellikle Eisenhower’ın gelişi ise oldukça ilginç bir törene dönüşmüştür.”
“İkinci Dünya Savaşı yılları Türk dış politikasının belki de en gerilimli dönemini yansıtıyor diyebiliriz. Aktif savaşa girilmemiş olsa da Ankara, 2. Dünya Savaşı’nın en önemli diplomatik merkezlerinden birisi olmuştur.”
“İkinci Dünya Savaşı Dönemi’nde diplomasi; hem bilgi toplama girişimleri, casusluk ve istihbarat yönünden hem de propaganda yönünden aktif. Bu dönemde Almanya ile İngiltere arasında Ankara’da yoğun bir propaganda savaşı olduğu gözlemlenebiliyor.”
“Alman Büyükelçi Franz von Papen’e Kavaklıdere’de 1942 yılında bir bombalı suikast düzenleniyor… İlginçtir yıllar sonra Rus Büyükelçi Andrey Karlov da hemen hemen aynı yerde suikasta uğramıştır.”
“Elçilikler dışında yabancı kültür merkezleri, kültür kurumları da 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Ankara’da klasik diplomasi yürütmeyen ancak diplomasiye büyük katkılar sağlayan önemli merkezler haline geliyor.”
“Ankara’da 2. Meclis Binası 1961-1979 yılları arasında CENTO genel merkezi olarak kullanılıyor. O dönem önündeki caddenin adı da CENTO olarak değiştiriliyor.”
“Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonraki 1990’lı yıllarda Ankara’daki diplomatik hareketlilik, diplomatik temsilcilikler ve merkezlerin sayısı çok artıyor. Aynı şekilde Türkiye’nin yurtdışı temsilciklerinin sayısı da katlanıyor.”
“Soğuk Savaş sonrası dönemde küreselleşme ile birlikte ülkelerin kamu diplomasisi faaliyetleri de hızla artıyor. Ana hedefi devletler ve halklarla uzun süreli ilişkiler inşa etmek olan kamu diplomasisi süreci şahıslardan STK’lara, üniversitelerden düşünce kuruluşlarına kadar pek çok aracı aktif olarak kullanır.”
“Türkiye’nin diplomatik faaliyetlerinde son dönemde önemli yer edinen kurumlar arasında özellikle TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nı sayabiliriz.”
“Ankara tarihinin karar vericiler ve uygulayıcılar tarafından iyi bilinmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira, Ankara ülkenin merkezidir, vitrinidir, sembolüdür. Temsil makamıdır. Ve bu temsilin inşası oldukça zor koşullarda gerçekleşmiştir.”
“Ankara’nın geçirdiği tarihsel süreç ve başkentlik tecrübesi esaslı bir hikâyeye dayanıyor. Bu tarihsel süreç hem bağımsızlık sembolü hem de emperyalizme başkaldırının simgesi durumunda. Ankara kimi ülkeler için ilham alınması gereken bir hikâye, kimileri için ise çekinilmesi gereken bir irade merkezidir.”
Röportajın Tam Metni:
Muhammed Murat Arslan ile Röportaj:
Diplomasi Merkezi Olarak Ankara’nın Dünü ve Bugünü
“Türkiye Cumhuriyeti Başkenti Olmadan Önce De Ankara’nın Ciddi Bir Tanınırlığı Vardı. Daha Önce De Başkent Olma Deneyimi Yaşamıştı”
Ankara’nın başkent olmasının ardından, Ankara’da yoğun bir diplomatik hareketlilik görüyoruz. Başkent olma sürecine girmeden evvel Ankara’nın uluslararası niteliği ya da tanınırlığı var mıydı? Ankara’nın tarihi ile başkentlik misyonu arasında bir ilişki kurulabilir mi?
Cumhuriyet ilan edilmeden önce Ankara’nın ciddi bir uluslararası tanınırlığı söz konusu aslında. Bunun temel sebebi ise Ankara keçisi ve onun tiftiğinden üretilen sof kumaşı. Ankara keçisi 19. yüzyıla kadar sadece Ankara ve civar şehirlerinde yetiştirilmekte olup onun ürünleri Ankara’dan tüm dünyaya ihraç edilmekteydi. Fransa’dan İngiltere’ye, Venedik’ten Polonya’ya kadar pek çok ülkede sof oldukça meşhurdu ve saraylarda seçkin kişiler tarafından kullanılan prestijli bir kumaştı. Bu sebeple bu coğrafyalardan gelen tüccarlar Ankara’daki uluslararası hareketliliği oluşturmaktaydı. Ayrıca bir kısım yabancı tüccarın daha verimli ticaret yapabilmek maksadıyla Ankara’ya yerleştiği, bir kısmının da burada öldüğü bilinmektedir. Birtakım hukuki sebeplerden ötürü Ankara’da sof ticareti yapan yabancı tüccarların, kendi ülkelerinin elçilikleri ile yoğun ilişki içerisinde olduğunu da söylemek gerekir. İstanbul’da mukim bulunan elçiler, sof etrafında şekillenen ticari hareketlilikte aktif birer aktör rolünü üstlenmekteydi. Diğer bir deyişle, elçiler Ankara’yı gayet iyi biliyorlardı. Bunların yanında sofu merak edip gelen ve Ankara üzerine yazan çizen çok sayıda yabancı seyyah da vardı. Bu da tanınırlığın bir başka boyutunu oluşturuyor. Bunun yanında Ankaralıların da dünyanın çeşitli noktalarına sof ticareti yapmaya gittiklerini biliyoruz. Cemal Kafadar’ın ‘Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken’ isimli eseri, Ankaralı bir sof tüccarının Viyana’da öldürülüşü merkezinde anlattıkları ile Ankaralıların dışarıda da var olduklarını bize gösteren güzel bir kaynaktır.
Haliyle -her ne kadar genel kanı bu yönde olmasa da- Ankara’nın başkent olmasının akabinde yaşanan uluslararası atmosfere Ankara yabancı değildir ve şehrin bu bağlamda somut bir tecrübesi söz konusudur. Sofun Ankara’ya özgü olması ve şehrin bu keçi cinsine ismini vermesi Ankara’nın uluslararası bilinirliğine önemli bir katkı olmuştur.
Ankara’nın tarihinde onun başkentlik payesi almasında ya da belirli bir yönetim merkezi olarak kabul edilmesinde etkili olabilecek başka örnekler var mıdır?
Ankara’nın tarihindeki iki tecrübe daha, Ankara’nın başkentlik payesi ile ilişkilidir denebilir. İlk tecrübe, Roma İmparatoru Augustus tarafından ele geçirilen Galatya’nın Roma İmparatorluğu’na eyalet şeklinde eklemlenmiş ve bu eyaletin başkentinin de Ankara olmuş olmasıdır. Diğer bir tecrübe ise Ahi Cumhuriyeti olarak da bilinen dönemdir. Atatürk de bu tarihsel tecrübeden ilham aldığını belirtmiştir. Moğol istilasından sonra oluşan siyasi boşluğun akabinde, Ahiler önderliğinde bir grup kendi inisiyatifini alarak bir yönetim tesis edip düzen kurucu rol üstlenmiştir. 1290 ile 1354 yılları arasında Ahiler yönetimi Ankara ve çevresinde yönetim erkini elinde bulundurmuştur. Her ne kadar Cumhuriyet fikri tartışmalı olsa da şehrin, zor zamanlarda kendi inisiyatifini eline aldığı görülmektedir. Tıpkı Milli Mücadele Dönemi’nde Ankaralıların yaptığı faaliyetler ve akabinde 27 Aralık 1919’da Atatürk’ün Ankara’ya gelişini coşkuyla karşılamaları gibi. Millî Mücadele’de alınan bu inisiyatif başkentin Ankara seçilmesinde, yeni bir devlet kurulmasında çok önemli bir rol üstlenmiştir.
“Ankara 1919’da Fiilen Başkent Olmuştur. Ankara Garı Şehrin Diplomatik Hafıza Mekanıdır”
Mustafa Kemal 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geliyor ve 13 Ekim 1923’de Ankara başkent ilan ediliyor. Bu süre zarfında Ankara merkezli diplomatik gelişmeler nelerdi?
27 Aralık 1919’da Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelmesiyle birlikte Ankara “de facto” (fiilen) olarak başkent olmuştur. Bu olay Ankara tarihinin en büyük dönüm noktalarından biridir. 13 Ekim 1923’te ise bu fiili durum hukuki bir niteliğe bürünmüştür. Ankara’nın başkent olarak seçilmesinde sosyal, siyasi, coğrafi ve benzeri yönlerden pek çok sebep vardır. 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması akabinde Hariciye Vekaleti Ankara Hükümet Konağı’nın bir odasında kurulmuştur. İlk Hariciye Vekili ise Bekir Sami (Kunduh) Bey’dir. Meclisin açılmasından sonra Ankara’da diplomatik hareketlilik artmaya başlamıştır, yabancı heyetlerin ziyaretleri sıklaşmıştır. Afganistan, Fransa, İtalya, Ukrayna, İran gibi ülkelerden heyetler gelmiştir. Örneğin Ankara Garı’nda Fransızlarla “Ankara Anlaşması” imzalanmıştır. Bu anlaşma hem Türk-Fransız ilişkileri açısından hem de Milli Mücadele’nin seyri açısından önemlidir. TBMM’nin siyasi varlığı bu anlaşma ile perçinlenmiştir. Anlaşmanın ismi de sembolik bir değer taşır. Burada Ankara Garı’na özel bir parantez açmak gerek. Ankara Garı’nın üstlendiği diplomasi anlamındaki hafıza-mekân olgusu, daha sonra da devam edecektir. Yabancı devlet adamlarının ve heyetlerinin büyük çoğunluğu Ankara Garı’ndan şehre girmiş ve burada törenle karşılanmıştır. Heyetlerin zaman zaman özel tren vagonlarında da konakladıkları bilinmektedir.
Fotoğraf 1: Ankara Tren Garı (Kaynak: Salt Araştırma).
13 Ekim 1923’te Ankara resmen başkent ilan edilmeden önce de Ankara’da açılan diplomatik temsilcilikler var mıdır?
Resmi başkentlik ilanından evvel, diplomatik girişimler sonucunda Ankara’da Azerbaycan, Sovyetler ve Gürcistan temsilcilikleri açılmıştır. Bunların yanında Buhara Halk Şuralar Cumhuriyeti ise elçilik açmak için bir heyet göndermiş ancak çok az bir süre Ankara’da kalmışlardır. Böylece Ankara’da, daha sonra önemli bir gündem maddesi haline gelecek diplomatik temsilcilikler faaliyetlerine başlamıştır. Ankara’da hem heyetlerin gelmesiyle hem de temsilciliklerin açılmasıyla diplomasi hayatı başlamıştır.
“Ankara’nın Başkent Oluşuna Büyük Devletler Önemli Bir Karşı Direniş Göstermiştir. Adeta, ‘İkinci Ankara Savaşı’ Denebilecek Bir Süreç Yaşanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Kesin Kararlılığı ile Başkent Statüsü Kabullenilmiştir”
13 Ekim 1923’te Ankara’nın başkent olmasının akabindeki durum nasıldı? Ankara’nın başkent ilan edilmesinden sonra neler yaşandı?
Ankara’nın başkent olmasından sonra, şehirdeki elçilik sayısı yavaş yavaş artmaya başlıyordu. Türkiye bu dönemde kendini dünyaya tanıtmak, anlatmak istiyordu. Fakat bu dönemde Türkiye kendisini dünya diplomasi tarihi açısından eşine az rastlanır bir durumun ortasında buldu. Bilal Şimşir bu dönemi ‘Ankara Bir Başkent’in Doğuşu’ kitabında geniş bir perspektiften belgeleriyle anlatıyor. İngiltere’nin önderliğinde Ankara’nın başkent olmasına karşı bir direniş cephesi oluşturulmuştu. Bu cephede İngiltere’nin yanında Fransa, İtalya ve ABD bulunuyordu. Ankara’nın başkent olmasını, büyükelçiliklerin burada açılmasını ve büyükelçilerin Ankara’da yaşamasını reddediyorlardı. Başkent değiştireme kararı geçici olarak görülüyordu ve bu karar ciddiye alınmıyordu. Atanan büyükelçiler Ankara’ya kısa süreliğine geliyor, itimatnamesini sunarak geri İstanbul’a dönüyordu. Ankara’da sadece irtibat memurları bulunduruluyordu. Bu süreçte özellikle İngiltere diplomatik nezaketten uzak tutumlar sergiliyordu.
Neden bazı önemli devletler Ankara’nın başkent oluşuna direndiler ve kabul etmek istemediler?
Bu devletler İstanbul Pera’daki müesses nizamın bozulmasını, İstanbul’daki nüfuzlarını ve üstünlüklerini kaybetmek istemiyordu. Ancak hem Atatürk hem de diğer devlet görevlileri bu konuda net tavır sergileyerek aktif bir diplomasi yürütmüştür. Çünkü yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ortaya bir irade koymuş ve haklı olarak kararının arkasında durmuştur. Bu direniş, esasında emperyal devletlere karşı bir nevi soğuk savaş niteliği de taşımaktadır. Bu konuda karşılıklı onlarca nota ve büyük bir diplomasi mücadelesi verilmiştir. Bilal Şimşir bu dönemi yeni bir “Ankara Savaşı” olarak tanımlamaktadır. Bir yandan da bu süreçte devletlere büyükelçilik açabilmeleri için arsa hibe etme kararı verilmiş ve devletler prestijli yerleri alma yarışına girişmişti. Bu durum 1930 yılına kadar devam etmiştir. Atatürk 1927 yılına kadar kuvvetle muhtemel bu sebepten İstanbul’a gitmemiştir. Her ne kadar Atatürk İstanbul’a küstü gibi bir romantik bir söylem dolaşımda olsa da İstanbul’dan ayrı kalmasının, diplomatik bir yönü vardır. Örneğin 1928 yılında yaz tatilini geçirmek için İstanbul’a giden Atatürk’e, yeni atanan Fransız büyükelçi itimatnamesini sunmak istemiş ancak Atatürk randevuyu tatil dönüşünde Ankara’ya vermiştir. Randevunun Ankara’ya verilmesiyle oldubittinin önüne geçilerek güçlü bir mesaj verilmiştir. En nihayetinde sorun çözülmüş, 1929 yılında Atatürk’ün uyguladığı taktiksel bir hamle ile İngiltere direnişinden vazgeçmek zorunda kalmış ve Ankara’nın başkent olmasını kabullenmiştir.
Nasıl bir hamle yapıldı?
İngiltere büyükelçisi İstanbul’da oturuyor ve tüm önemli davetleri İstanbul’da veriyordu. Bunların arasında 3 Haziran’a denk gelen kralın doğum günü kutlamaları da vardı. 1929 yılının 3 Haziran’ında da bu davet verilecekti. Atatürk 1 Haziran 1929 tarihinde Türkiye’de bulunan yabancı elçilere geniş katılımlı bir davet planlamıştı. Bunun sebebi İngiliz büyükelçinin davetini Ankara’da vermeye zorlamaktı. İngiliz büyükelçi ise bu durum karşısında bir çıkmaza düşmüştü, çünkü 2 Haziran’da İstanbul’a giden bir tren yoktu. Atatürk’ün partisini kaçırırsa bir problem, kaçırmasa başka bir problem doğuyordu. Nihayetinde büyükelçi 3 Haziran davetini Ankara’da yapmış ve dolaylı olarak Ankara’nın başkent olmasını tanımıştı. Bu sayede İngiltere inatçı tutumdan vazgeçmiş ve ilerleyen süreçte büyükelçiliğini Ankara’ya taşımıştır.
“Diplomasi, Ankara’nın Mekânsal ve Sosyal Dönüşümüne Ciddi Bir Katkı Yapmıştır”
Elçiliklerin, Ankara’nın şehir hayatına nasıl bir etkisi olmuştur?
Öncelikle konuyu mekân bağlamında ele alırsak büyükelçiliklerin açılması şehirleşmenin önemli bir parçası olmuş, Kavaklıdere, Çankaya aksında elçilikler yoğunlaşmıştır. Yoğun yapılaşma, haliyle şehrin bu tarafının çehresinde önemli bir değişiklik yapmıştır. Özellikle 1920’li ve 30’lu yıllarda Ankara’da çok yoğun bir yapılaşma vardır. Bu yapılaşmanın içinde elçilik binaları da önemli bir konumdadır. Tanpınar, ‘Beş Şehir’ isimli romanında bunu anlatmaktadır. Ankara’nın her tarafında şantiye olduğundan bahsetmiş ve devamında bizim konumuzu da ilgilendiren şu sözleri sarf etmiştir: “Sovyet Sefareti modern mimarinin kendisini aradığı bu 1920 yıllarının en atılgan tecrübelerinden biriydi ve daha ziyade büyük bir vapura benziyordu. İran Sefareti eski Sasani saraylarının hatırlarından bir şark üslubu aramıştı. Biz birkaç arkadaş Belçika Sefareti’nin sakin ve gösterişsiz, klasik yapısını seviyorduk.” Tanpınar’ın Ankara’dan bahsederken sefaretleri atlamamış olması, bizlere dönemin Ankara’sında elçiliklerin konumuna dair önemli bir ipucu vermiştir. Aynı zamanda, sefaretlerin şehrin genel görünümünde önemli bir konum elde ettiği çıkarımını yaptırmıştır.
Mekânsal değişim sosyal hayatı da değiştirdi mi?
Evet, elçilik binalarının yapımı ve şehrin mekânsal değişiminin yanında, diplomasi merkezinde sosyal hayatın da şekillendiğini ve aktifleştiğini gözlemleyebiliyoruz. O dönemde pek çok davet, sergi, konser, resepsiyon yapılmıştır ve bugün de yapılmaya devam edilmektedir. Bu organizasyonlar için hem elçiliklerin kendi binaları hem de Ankara Palas, Türk Ocakları binaları gibi yerler kullanılıyordu. Bu bakımdan Ankara Palas’ın diplomasi merkezinde mekân hafızası son derece kuvvetlidir. Resmi faaliyetlerin olduğu yerlerin yanında diplomatların sosyalleştiği resmi olmayan ya da yarı resmi yerler de mevcuttu. Karpiç Lokantası, Gar Gazinosu, Ankara Tenis Kulübü, Anadolu Kulübü gibi mekân ve oluşumlar da diplomatların sosyal yaşamının önemli bir parçası olmuştur. Hatta Anadolu Kulübü tam olarak bu hedefle kurulmuştur. Yabancı misyonların sosyalleşmesini sağlamak, ortak kültür ve sanat etkinlikleri düzenlemek Anadolu Kulübü’nün ana amacıdır. Tüm bunlardan hareketle diplomasi, Ankara’yı mekân anlamında ve sosyal yaşam bakımından etkilemiş, dönüştürmüştür.
Ankara başkent ilan edildikten sonra, özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında yabancı devlet adamları Ankara’ya geldi mi? Gelen devlet adamları nasıl ağırlanıyordu?
Ankara’yı ziyaret eden yabancı devlet başkanları ve önemli heyetler söz konusudur. Mekân anlamında genel olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında ziyaret edilen mekanlar vardır. Bunlar arasında 2. Meclis Binası, Ankara Palas, Türk Ocakları Genel Merkezi (Daha sonra Halkevine dönüştürülmüştür ve bugün Resim Heykel Müzesi olarak kullanılmaktadır) gibi binalar vardır. Etnografya Müzesi de ziyaret edilen mekanlar arasındadır. Buranın ziyaret sebebi ise Anıtkabir yapılmadan evvel Atatürk’ün naaşının burada bulunmasıdır. Marmara Köşkü, Çubuk Barajı ve bazı eğitim kurumları da ziyaret edilen mekanlar arasındadır. Atatürk zamanında, Türkiye’nin inisiyatifinde kurulan Balkan Antantının ülkelerinden hem devlet başkanları hem de heyetler yoğun olarak Ankara’yı ziyaret etmiştir. Bağdat Paktı üye ülkelerinin heyetleri de Ankara’yı sıkça ziyaret edenler arasındadır. İlk gelen devlet başkanı ise Afgan Kralı Emanullah Han’dır. Geliş yılı 1928’dir. Devlet başkanlarının ziyaretlerinden İran Şahı Rıza Pehlevi’nin 1934’de yaptığı ziyaret dikkate değerdir. Atatürk bu ziyarete özel Firdevsi’nin Şehnamesi’nin bir bölümünden uyarlanan meşhur Özsoy Operası’nı 2 ay gibi kısa bir sürede yazdırmış ve besteletmiştir. Bu opera bugün Ankara Resim ve Heykel Müzesi olarak kullanılan binada Atatürk ve Pehlevi’nin katılımıyla sahnelenmiştir. Bu olay diplomaside sanatın kullanımına güzel bir örnektir. Özsoy Operası aynı zamanda sahnelenen ilk Türk operası olması bakımından da özeldir.
Fotoğraf 2: T.C. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve İran Şahı Rıza Pehlevi.
Atatürk’ün vefatından sonraki iktidar dönemlerinde yabancı devlet başkanlarının ziyaretleri nasıl bir seyir izlemiştir?
İnönü Dönemi’nde 2. Dünya Savaşı’nın da etkisiyle devlet başkanlarının ziyaretleri azalmıştır. Demokrat Parti Dönemi’ne geldiğimizde ise Batılı devlet başkanlarının Ankara ziyaretleri yoğunlaşmıştır. Bunun sebebi ise Soğuk Savaş Dönemi’nde Batı Bloğu’na eklenmemizdir. İngiltere, ABD ve diğer Batı Bloğu ülkelerinin ziyaretlerinin bu dönemde yoğun olduğu söylenebilir. Bu konuda yakın zamanda Temuçin Faik Ertan ve Bahattin Demirtaş tarafından ‘Türkiye’yi Ziyaret Eden Devlet Adamlarının Ankara Günleri’ başlıklı bir kitap yayımlanmıştır, ilgililer bu kaynakta detaylı bilgilere ulaşabilir. Devlet başkanları arasında Eisenhower’ın gelişi ise oldukça ilginç bir törene dönüşmüştür. Açıkçası ondan sonra bu şekilde karşılanan birisi var mı, bilmiyorum. Eisenhower’ın ziyareti esnasında Türkiye’nin her yerinden gelen halk oyunları ekipleri Eisenhower’ın geçeceği yollara yerleştirilerek, gösteriler yapmıştır.
Fotoğraf 3: ABD Devlet Başkanı Dwigt D. Eisenhower’ın Ankara Ziyareti, 1959.
“2. Dünya Savaşı sırasında Ankara’da hem diplomasi hem casusluk hem istihbarat anlamında ciddi mücadeleler yaşanıyor. Yabancı Devlet Adamlarına Suikastlar Yapılıyor. En Önemlisi De Eski Alman Şansölyesine Ankara’da Yapılan Suikasttır”
Burada bir parantez açmak istiyoruz. 2. Dünya Savaşı yıllarında Ankara’nın diplomasi hafızası bakımından neler yaşanmıştır?
İkinci Dünya Savaşı yılları Türk dış politikasının belki de en gerilimli dönemini yansıtıyor diyebiliriz. Türkiye’nin savaş dışında kalma çabası sebebiyle hem Türkiye’nin hem de savaşan devletlerin yürüttüğü diplomasi faaliyetleri oldukça yoğun. Bu yönüyle aktif savaşa girilmemiş olsa da Ankara, 2. Dünya Savaşı’nın en önemli diplomatik merkezlerinden biri. Taraflar Türkiye’yi kendi safında savaşa dahil etmek, hiç olmazsa diğerinin yanına geçmesini engellemek istiyor. İkinci Dünya Savaşı Dönemi’nde diplomasi; hem bilgi toplama girişimleri, casusluk ve istihbarat yönünden hem de propaganda yönünden aktif. Büyükelçilerin, diplomatların 2. Dünya Savaşı esnasında çok faal oldukları, çok ciddi bir mesai yaptıkları biliniyor.
Burada çok yoğun propaganda faaliyetlerinin yürütüldüğünü biliyoruz. Hem basın üzerinden haberler hem de doğrudan Ankara’da propagandaya yönelik etkinlikler, konser ve sergiler yapılıyor. Mesela Almanya Sergi Evi’nde “Yeni Alman Mimarisi” sergisi açıyor. İngilizler tarafından Sergi Evi başta olmak üzere farklı yerlerde farklı alanlarda sergiler yapılıyor. İngilizler etkinliklerini British Council marifetiyle yürütüyor. Ki bu kurum Ankara’da 1940 yılında açılıyor, açılışın bu tarihte olmasında propaganda hedefleri başat aktör. Bu dönemde Almanya ile İngiltere arasında Ankara’da yoğun bir propaganda savaşı olduğu gözlemlenebiliyor. Bunların yanında Fransa, ABD gibi ülkeler de çeşitli alanlarda sergiler düzenliyor. Bu etkinlikler, hem Türkiye’den karar vericilerin bu etkinliklere katılması hem de birçok diplomatın etkinliklere iştiraki sebebiyle diplomasi açısından da önemli bir misyon üstleniyor.
2. Dünya Savaşı sırasında Ankara’da hem diplomasi hem casusluk hem istihbarat anlamında ciddi mücadeleler yaşanıyor. Sizce öne çıkan karakterler ve olaylar hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?
Bu dönemde öne çıkan önemli bir karakter var, Franz von Papen. Kendisi Hitler’in büyükelçisi olarak Ankara’ya atanıyor. Ki kendisi Hitler’den önce başbakanlık da yapmış, bilinen ve tanınan bir isim. Ankara’daki günlerinde oldukça aktif çalışan bir büyükelçi. Kendisine Kavaklıdere’de 1942 yılında bir bombalı suikast düzenleniyor. Bomba, suikastçının elinde infilak ediyor ve Papen hafif yaralı bir şekilde olayı atlatıyor. İlginçtir yıllar sonra Rus Büyükelçi Andrey Karlov da hemen hemen aynı yerde suikasta uğramıştır. Papen ile ilişkili bir diğer önemli hadise ise dünya casusluk tarihine geçen Çiçero Olayı. Çiçero lakaplı Arnavut asıllı Elyasa Bazna 1944 yılında İngiliz Büyükelçiliği’nde çalışmaya başlıyor. Bu görevi esnasında Papen tarafından casus olarak kullanılıyor ve İngiltere aleyhine para karşılığında bilgi satıyor. 2. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirebilecek bilgi ve belgeler Çiçero tarafından temin edilse de bir türlü tam olarak güvenilemiyor. Daha sonra İngilizlerin bir sızıntı olduğunu anlaması üzerine görevinden ayrılıyor. Olay açığa çıktıktan sonra epeyce ses getiriyor. Hatta olay filmlere konu oluyor. Oscar’lı yönetmen Joseph L. Mankiewicz tarafından ‘Five Fingers’ (1952) isimli Hollywood yapımı bir film çekiliyor. Film Çiçero olayına odaklanıyor ve genel olarak Ankara’da geçiyor. Dönemin Alman ve İngiliz elçilik binalarında çekimler yapılıyor. Bu film ve hikayesi de eşine az rastlanır bir durum. Bu olayın, yakın zamanda Türk sineması tarafından da ‘Çiçero’ ismiyle perdeye aktarıldığını da söylemek lazım.
Fotoğraf 4: Elyasa Bazna, Çiçero.
O dönemde Polonya Büyükelçisi’nin hikayesi de oldukça ilginç. Almanya ve Türkiye arasında bir gerilime de neden olan bir durum oluyor. Bu konudan da bahseder misiniz?
Tabii ki. O dönemde, 1936’da Ankara’ya atanan Polonya Büyükelçisi Michal Sokolnicki’nin de hikayesi hayli dikkat çekicidir. Polonya’nın işgalinden sonra yine Ankara’da kalmış ve sürgün hükümetin temsilciliğini yapmıştır. Ankara diplomasi çevrelerinde sevilen bir simadır. Savaş sonrası Ankara’da kalıp burada hocalık yapmış ve Ankara’da ölmüştür. Anısını yaşatmak adına DTCF’nin bahçesinde bir anıt bulunur. Polonya bahsinin bir diğer yönü ise, bana göre Ankara’nın diplomasi hafızasının en çarpıcı örneklerinden biri olan “Lehistan Elçisi” olayıdır. Osmanlı Devleti zamanında Polonya’nın bölünmesi kabullenilmemişti. Resmî törenlerde elçiler takdim edilirken sıra Lehistan Elçisi’ne geldiğinde “Yoldadır!” şeklinde cevap verilir ve bu kabullenmeme diplomatik bir üslupla ilan edilirmiş. 2. Dünya Savaşı sırasında Von Papen işgal ettikleri devletlerin elçiliklerini alarak Almanya Büyükelçiliği’nin bir parçası haline getiriyor. Bu sebeple Polonya’nın elçilik binasını da istiyor. Ancak İnönü “Lehistan Elçisi Yoldadır!” düsturuna bağlı kalıp tarihsel bağı hatırlatarak Osmanlı geleneğinden kopmuyor ve binayı vermiyor. Aradan yıllar geçtikten sonra 2010 yılında Polonya Dışişleri Bakanı Türkiye’yi ziyaret eder ve Dışişleri Bakanlığı binasında ortak basın toplantısı düzenlenir. Bakan selamlamanın ardından sözlerine “Lehistan Elçisi geldi.” diyerek az evvel anlattığımız hikâyeye atıfla başlar. Ve bunun Polonya’da tarih derslerinde anlatıldığını ve herkesin bu hikâyeyi bildiğini ifade eder. Bu hadise; diplomatik devlet hafızasının ve tarihi devamlılığın Ankara’da çakışmasına etkileyici bir örnek oluşturmuştur.
“2. Dünya Savaşı Sonrası Ankara’da Uluslararası Kuruluşlar ve Yabancı Kültür Merkezleri Çok Aktif Hale Geldi. 2. Meclis Binası CENTO’nun Genel Merkezi Oldu”
2. Dünya Savaşı akabinde neler oldu, neler değişti?
İkinci Dünya Savaşı sonrasında hem yeni büyükelçilikler açılıyor hem de var olan büyükelçiliklerin bir kısmı yeni binalar yaptırıyor ya da yeni binalara taşınıyor. Mesela ABD daha önce farklı farklı yerlerde temsilcilik açmış, savaşın akabinde Atatürk Bulvarı’ndaki meşhur binasına taşınmıştır. Pakistan, İsrail, Endonezya gibi yeni kurulan ülkeler de başkentte yerini alır, elçiliğini açar.
Elçiliklerin yanında 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Ankara’da yabancı kültür merkezleri ve kültür kurumlarının çok aktif olduğunu ve bu kurumlarda önemli entelektüel faaliyetler yapıldığını bilmekteyiz. Öyle ki bu merkezler Ankara’nın entelektüel ekosisteminin ana unsurlarından biri haline geliyor. İlber Ortaylı da ‘Zaman Kaybolmaz’ isimli nehir söyleşisinde, bahsi geçen kurumların Ankara’nın kültür atmosferindeki yerine değiniyor. Bunlara doğrudan klasik diplomasi yürütmeyen ancak diplomasiye büyük katkılar sağlayan önemli merkezler denebilir. ABD, İngiltere, İtalya gibi ülkeler bu kurumlar vasıtasıyla sergiler, söyleşiler, konserler gibi pek çok etkinlik düzenliyor ve diplomasiye, ikili ilişkilere katkı yapıyor.
Bir diğer önemli konu ise bugün kullanılan meclis binasının hizmete girmesinin ardından 2. Meclis binasının Merkezi Anlaşma Teşkilatı (CENTO) binası olarak kullanılmasıdır. Emekli diplomatlarımızın anılarını okurken, bu binanın CENTO genel merkezi olarak kullanıldığı döneme ait hatıralardan bahsettiklerine rastlamıştım. Bahsi geçen CENTO uluslararası bir örgüt olması hasebiyle önemli bir diplomasi merkezidir. Diplomasi tarihi derslerinde okutulur. Yani 1961-1979 yılları arasında 2. Meclis Binası uluslararası bir örgütün genel merkezi oluyor. O dönem önündeki caddenin adı da CENTO olarak değiştiriliyor. Binanın CENTO zamanında iç mekânın, salonların ve diğer bölümlerin nasıl kullanıldığını bilmiyorum ancak buraya giren çıkan insanlar diplomat. Birkaç kez de önünde eylem yapıldığı biliniyor ancak CENTO dönemiyle ilgili sınırlı bilgi söz konusu.
Fotoğraf 5: 2. Meclis Binası (Kaynak: Salt Araştırma).
“Soğuk Savaşın Bitişi Sonrası Ankara’da Kamu Diplomasisi Yükseliyor. Küreselleşen Dünyanın Yeni Aktörleri Diplomaside Önemli Roller Üstlenmeye Başlıyor”
Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra Ankara’da diplomasi nasıl şekilleniyor, güncel anlamda neler söylenebilir?
Soğuk Savaş’ın bitmesinin Ankara’daki diplomatik hareketliliğe pek çok etkisi olduğunu söyleyebiliriz. 1990’lı yıllar Ankara’daki diplomatik temsilcilik ve kurumların çoğaldığı zamanlar. SSCB’nin ve Yugoslavya’nın dağılmasının ardından ortaya çıkan devletler Türkiye tarafından hızlıca tanınmış ve kısa süre içerisinde karşılıklı büyükelçilikler açılmıştır. Ve Ankara’da büyükelçilik sayısı artmıştır. Bunun yanında Türkiye’nin dış politika açılımları çerçevesinde Ankara’da büyükelçilik açan devlet sayısının arttığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde Türkiye’nin de dünyadaki büyükelçilik sayısının paralel olarak arttığını görüyoruz.
Bir diğer mesele ise Soğuk Savaş’ın son dönemlerinden itibaren küreselleşme denilen sürecin hızlanması ve uluslararası ilişkilerin önemli bir alanı olan kamu diplomasisi faaliyetlerinin dünya sathında yoğunlaşmaya başlamasıdır. Kamu diplomasisi çeşitli araçlar kullanılarak hedef ülkenin kamuoylarını olumlu manada etkilemek ve bu etkiyi dış politika kazanımına dönüştürmek olarak kısaca tanımlanabilir. Bu araçlar kültürden eğitime modadan dış yardımlara geniş bir sahayı ifade eder. Ana hedefi devletlerle ve halklarla uzun süreli ilişkiler inşa etmektir. Kamu diplomasisi aktör bolluğuna dayanan bir süreçtir. Kamu diplomasisinde aktörler diplomatların yanında şahıslar, STK’lar, üniversiteler olabilir. Hem muhteva açısından hem de aktörler bakımından da Ankara, kamu diplomasisi uygulamalarında aktiftir.
Buradan hareketle kamu diplomasisi çerçevesinde Ankara’nın güncel görünümüne dair neler söylenebilir?
İngiltere, Fransa, Almanya, Arnavutluk, ABD, İran, Rusya, Güney Kore, Japonya, Çin gibi ülkelere bağlı oldukça aktif çalışan kültür merkezleri bulunuyor. Merkezlerde dil kursları, sergiler, konferanslar, konserler gibi geniş yelpazeli organizasyonlar yapılıyor. Bu faaliyetlere Ankara’dan katılımların oldukça yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Bu kurumlar ülkeler arası ilişkilere doğrudan ya da dolaylı olarak katkı sağlamaktadır. Büyükelçiliklerin doğrudan desteklediği ve toplumlararası ilişkilere katkı sağlayan organizasyonları ve büyükelçilikler tarafından STK’lara verilen destekleri de bu çerçevede değerlendirebiliriz. Bahse konu olan bu organizasyonlara da katılımlar son derece yüksek.
Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK’ların) kamu diplomasi ve devletlerarası ilişkilerde artan rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kamu diplomasisi perspektifinden değerlendirince ikili ilişkilere katkı sağlayan dostluk ve iş birliği STK’ları önemlidir. Bu STK’lardan sivil inisiyatifle kurulan da var, doğrudan devletlerarasısı anlaşmalar ile kurulan da. Örneğin Türk-Japon Vakfı devlet yetkililerinin inisiyatifi sonucunda kurulmuştur. Bunun yanında devletlerden tamamen bağımsız dostluk ve iş birliği STK’ları da var. Bu STK’lar iki ülke ilişkilerine katkı sağlamayı amaçlayarak çeşitli alanlarda iş birliği yapılmasını hedefleyerek kurulmuştur. Çoğunun yönetim kurulları iki ülkeden insanların bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Ankara’da oldukça fazla olan STK girişimleri, kamu diplomasisinin öngördüğü iş birliği zemininin önemli aktörleridir. Bunun yanında çeşitli göçmen STK’ları ve kültür coğrafyamızın topluluklarını temsil eden girişimler de görmekteyiz. Kafkasya’dan Balkanlar’a, Orta Doğu’dan Orta Asya’ya kadar çeşitli Türk ve akraba toplulukların Ankara’da sivil toplum faaliyeti gösterdiğini; bunların bölgelerle ve ülkelerle doğrudan temaslarını sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu oluşumlar da kamu diplomasisi aktörü olarak görülebilir.
Yabancı uyruklu öğrencilerin de kamu diplomasisine katkısı önemli midir?
Elbette. Ankara’nın kamu diplomasisi bağlamında ele alınabilecek bir yönü de şehirdeki yabancı uyruklu öğrencilerin varlığıdır. Dünyanın çeşitli ülkelerinden öğrenciler lisans ve lisansüstü eğitim almak amacıyla Ankara’ya gelmekte, burada eğitim almaktadır. Eğitim diplomasisinin en önemli öznesi olan bu öğrenciler hem Türkiye hem Ankara için önemlidir. Toplumlar düzeyinde iletişim ve etkileşim bu öğrenciler sayesinde ciddi bir potansiyele ulaşmaktadır. Çünkü bu öğrenciler eğitimleri bittiğinde ülkelerine dönüyor ve orada çeşitli görevler üstleniyorlar. Burada kalmayı tercih ederek ticari, kültürel ve akademik iş birliklerine katkı sağlayanlar da söz konusu. Haliyle bu öğrenciler, gözden kaçırılmaması gereken bir nevi sivil diplomatlar. Ankara bu yönüyle de oldukça zengin.
Eğitim konusuna değinmişken Ankara’daki üniversiteler, yabancı öğrencilerin dışında da önemli aktörlerdir. Üniversiteler pek çok uluslararası kongreye, sempozyuma ev sahipliği yapıyor. Uluslararası akademik iş birlikleri ile yeni ilişkiler inşa ediliyor ve üniversiteler bu yönüyle kamu diplomasisine katkı sağlıyor. Ayrıca Ankara’da konusu doğrudan diplomasi olmayan kamu kurumlarının da diğer ülkelerle ve toplumlarla etkileşimleri var. Bu kurumların yaptığı uluslararası çalışmalar ve organizasyonlar da diplomasiyi besleyen unsurlar arasında. Son olarak özellikle 21. yüzyılda yaygınlaşan ve etkisini arttıran düşünce kuruluşlarını da Ankara’daki kamu diplomasisi aktörleri arasına ekleyebiliriz. Son yıllarda sayıları oldukça artan bu kuruluşların uluslararası etkileşimleri oldukça yoğun.
“Günümüzde Ankara Oldukça Fazla Diplomata Ev Sahipliği Yapmaktadır. Türkiye’nin Diplomatik Faaliyetlerine De Pek Çok Yeni Kurum Eklenmiştir”
Elçiliklerde çalışan diplomatlar dışında diplomatlar mevcut mu?
Elçilikler dışında da diplomasi yürüten resmi kurumlar söz konusu. Bu da aslında önemli bir insan sayısına tekabül ediyor. Örneğin Birleşmiş Milletler Türkiye Ofisi ve ona bağlı kuruluşlar ile Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu gibi kurumlar var. Bunun yanında yönetim binası Ankara’da olan uluslararası örgütler de mevcut. Uluslararası Türk Kültür Teşkilatı (TÜRKSOY) ve İslam Ülkeleri İstatistik Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi’nin (SESRİC) merkezi Ankara’dır. Bu uluslararası örgütlerde hem yabancı hem de Türk diplomatlar görev almaktadır.
Türkiye’nin diplomatik faaliyetlerinde önemli yer edinen kurumları da buraya eklemek gerek. TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı da burada. Burada çalışanları da diplomat olarak görmek gerekir. Tüm bunlardan hareketle Ankara’da diplomasi sahasında faaliyet gösteren insan sayısının oldukça fazla olduğunu söyleyebiliriz.
Peki, çağdaş kent yaşamında, mekân bağlamında diplomasi nerelerde yoğunlaşmaktadır?
Mekân bağlamında ele alınacak olursa Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yılları için yabancı misyonların elçiliklerinin konuşlandığı yerler ve sosyalleşme mekanları kısıtlı idi. Mekan anlamında Kavaklıdere, GOP ve Çankaya Köşkü etrafı önemliydi. Buraların hala önemini koruduğunu söyleyebiliriz. Son dönemde ise Oran’ın öne çıktığını görebiliyoruz. Yeni açılan büyükelçiliklerin önemli bir bölümü burada. Az evvel bahsettiğimiz TÜRKSOY ve SESRİC de yine Oran’da bulunuyor. Ancak diplomatları sadece bu bölgelerde değil şehrin genelinde görebiliyoruz. Özellikle son yıllarda Ankara Kalesi bu açıdan büyük bir misyon üstleniyor. Tarihi Ankara sokaklarında yoğun bir diplomat trafiği olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bunun yanında yabancı heyetlerin önemli bir bölümü “Eski Ankara”da ağırlanıyor. Ankara’nın hem özel hem de devlet müzeleri yine yoğun bir şekilde kullanılıyor. Tabii bunlar gözlemlere ve kişisel tecrübelere dayanan çıkarımlar. Mutlaka farklı yerler ve mekanlarda da yoğunlaşmalar söz konusudur.
Fotoğraf 6: Ankara Kalesi (Kaynak: Türkiye Kültür Portalı).
“Diplomasi, Ankara’da Günlük Yaşamın Bir Parçasıdır”
Ankara’nın kent hafızasında diplomasinin önemli bir yeri olduğu anlaşılıyor. Ankara’daki günlük yaşamda, caddelerde, sokaklarda diplomasiyi görebilir miyiz?
Doğrudan söyleyebilirim ki diplomasi; Ankara’da günlük yaşamın bir parçasıdır. Pek çok caddenin, sokağın isminde diplomatik bir hikâye yatıyor. İsim verme ve isim değiştirme zaten politik bir eylem. Başkentlik payesi sebebiyle Ankara’da isim verme daha anlamlı ve simgesel niteliği yüksek. John F. Kennedy, Kondrad Adenaur, Alexander Dubček caddeleri birer örnek. Sayı daha da çoğaltılabilir. İsmi çok zor telaffuz edilen ve zaman zaman mizah unsuru haline gelen Ümitköy’de bir bulvara adı verilen Banga Bandhu Şeyh Mucibur Rahman, Bangladeş’in kurucusu ve ilk devlet başkanıdır. Daha sonra bu bulvara iki ülke ilişkilerinin nişanesi olarak Ankara Valisi ve Bangladeş Büyükelçisi’nin katılımıyla 2021 yılında Banga Bandhu’nun büstü açıldı. Büyükelçiliklerin önünden geçen sokaklara ve caddelere de o devletin ismi ya da başkentlerinin isimlerinin verildiğini biliyoruz. Ya da o ülke için çok önemli bir kişinin ismi veriliyor. Mesela Macar milli kahramanlarından ve devlet başkanlarından Layoş Koşut’un -bir dönem Kütahya’da mülteci olarak yaşamıştır- ismi Macaristan Büyükelçiliği’nin olduğu caddeye verilmiştir.
Sadece iyi ilişkiler değil, ilişkilerin kötüleştiği mesajı anlamında da tepki amaçlı mekân isimleri veriliyor mu?
Evet, tepki anlamında da sokak isimleri gündeme geliyor. Çin Büyükelçiliği’nin bir paylaşımına tepki olarak büyükelçiliğin önünden geçen caddeye Türksoy ismi verilmesi gündeme gelmişti. Yine ABD büyükelçiliğinin bulunduğu sokak ismi yakın zamanda Türkiye’nin Suriye’ye askeri harekâtı sonrası askeri operasyonun adından hareketle ‘Zeytindalı’ olarak değiştirilmişti. Tepki bağlamından devam edecek olursak büyükelçiliklerin önlerinde yapılan eylemler de ikili ilişkilere katkı sağlamanın karşıt yönünü ifade ediyor. Tepki eylemlerinin daha çok İsrail, ABD ve Çin büyükelçilikleri önünde olduğunu biliyoruz. Sadece elçilikler önünde değil zaman zaman ülkelere tepki amacıyla Ulus, Tandoğan gibi büyük meydanlarda da mitingler, buluşmalar tertip ediliyor. Bunun yanında önemli bir detayı da aktarmak isterim. Dışişleri Bakanlığı’nın bulunduğu caddenin ismi Dr. Sadık Ahmet’tir. Kendisi Batı Trakya Türklerinin kimlik davasının sembol ismidir. Türk Yunan ilişkileri açısından da son derece önemli bir figürdür. Batı Trakya Türkleri ile ilgili problemler derinleştiğinde konuya olan ilginin, hassasiyetinin ve ciddiliğinin zaman zaman bu adlandırma üzerinden mesaj olarak verildiğini görüyoruz.
Anıt, heykel ve park isimleri de diplomatik semboller olarak kullanılıyor değil mi?
Kesinlikle. Özellikle Ankara’daki meydanlar, heykeller, parklar ve anıtları da atlamamak gerek. Çankaya’daki Şili Meydanı güzel bir örnek. Meydanın içinde Şili’nin kurucu Bernardo O’Higgins’in heykeli bulunmakta. Yenilenip tekrar hizmete açılışı bir törenle yapılmış ve bu törene Şili Büyükelçisi katılmış, konuşmalarda iki ülke ilişkilerine vurgu yapılmıştı. Bunun yanında Kore’de Savaşan Türkler Anıtı da önemlidir ve Güney Kore-Türkiye ilişkilerinin en önemli sembolüdür. Kore Savaşı’nın yıl dönümünde burada anma töreni yapılır her iki ülkeden yetkililer katılır. Nursultan Nazarbayev Gençlik Parkı’nın girişindeki anıt heykeli de dikkat çekicidir. Nazarbayev’in Kazakistan’da Atatürk heykeli yaptırmasına karşılık bu anıt yaptırılmış ve geniş bir katılım ile açılmıştı. Anıtlar ve heykelleri de diplomatik jest çerçevesinde değerlendirebiliriz.
“Ankara Tarihi, Karar Vericiler Tarafından İyi Bilinmeli. Ankara; Kimi Ülkeler İçin İlham Alınması Gereken Bir Hikâye, Kimileri İçin Çekinilmesi Gereken Bir İrade Merkezi”
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Bitirirken, bana oldukça ilginç gelen bir hatıradan bahsetmek isterim. Bir dönem diplomasi alanında önemli görevler üstlenmiş bir kişiyle sohbet ediyorduk. Konu Ankara’ya geldi. Ankara tarihi ile ilgili pek bir şey bilmediğini söyledi. Tabii ben epeyce şaşırdım. Ankara tarihinin karar vericiler ve uygulayıcılar tarafından iyi bilinmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira Ankara ülkenin merkezidir, vitrinidir, sembolüdür. Temsil makamıdır. Ve bu temsilin inşası oldukça zor koşullarda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla diplomasi yürüten kişilerin temsil ettiği yere dair donanımlı olması gerekir. Bu hem entelektüel anlamda gereklidir hem de mesleki bağlamda zorunluluktur. Öyle ki Dışişleri memurlarının ve diğer diplomasi alanlarında Ankara merkezli faaliyet yürüten kamu görevlilerinin eğitimine “Ankara dersleri” bile eklemlenmesi gerektiği kanaatindeyim.
Ankara’nın diplomasi kenti olma özelliği başkentlik payesi ile sürecek. Ancak bu özelliğinin verimliliğinin arttırılması gerek. Bunun için tarihi tecrübeler referans alınmalı, yeni bir vizyon çizilmelidir. Ankara’nın geçirdiği tarihsel süreç ve başkentlik tecrübesi esaslı bir hikâyeye dayanıyor. Bu tarihsel süreç hem bağımsızlık sembolü hem de emperyalizme başkaldırının simgesi durumunda. Ankara; kimi ülkeler için ilham alınması gereken bir hikâye, kimileri için ise çekinilmesi gereken bir irade merkezi.
Özellikle kamu diplomasisi bağlamının yeniden idrak edilip bunun stratejik bir politikaya dönüştürülmesi gerekir. Bu da ancak şehre yeni bir vizyon çizilmesiyle Ankara’nın kendini yeniden tanımlaması ile mümkün. Kamu diplomasisinin sağladığı ilişki inşa etme düsturunu gerçekleştirmek adına Ankara aslında son derece verimli bir şehir. Üzerine düşüldüğünde ve girişimler yapıldığında güzel çıktıları olacağını düşünüyorum. Özellikle Türk kültür coğrafyalarından toplulukların ve onların STK’larının Ankara’da oldukça aktif olduğunu görüyoruz. Bunun tahkim edilmesi, doğru hamlelerle uluslararası iş birliğine dönüştürülmesi gerekir. Sadece devletin değil STK’ların da bu yönde çalışmalar yapması lazım. Ankara’yı bu anlamda bir merkez yapmak diplomasinin yanında kültürel, iktisadi ve sosyal faydaları beraberinde getirecektir.
Çok önemli bir diplomasi merkezi olan Ankara’nın tarihini, dünden bugüne gelişimini ve kritik diplomasi olaylarını konuştuğumuz bu bilgilendirici röportaj ve ufuk açıcı sohbet için Politika, İnovasyon, Tasarım ve Gelişim Merkezi (PİTGEM) olarak teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim. Çok önemli bir hususta derinlemesine sorularla oldukça verimli bir sohbet oldu. Kurumsal çalışmalarınızı keyifle takip ediyorum. Başarılar diliyorum.