ÖZET
Altı muhalefet partisinin; Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA), Demokrat Parti (DP), Gelecek Partisi, İYİ Parti ve Saadet Partisi (SAADET), seçimleri kazanmaları sonrasında hükümet modelindeki planladıkları ve mutabakata vardıkları değişiklikler 28 Şubat 2022 tarihinde bir metin ile kamuoyu ile paylaşıldı. İlgili mutabakat metninin mevcut sisteme eleştirileri, neden farklı modele ihtiyaç duyulduğu ve bu modelin belli başlı örnekleri açıklanmıştır. Bu analiz yazısında, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem başlığı ile duyurulan bu metin iki bölümde ele alınacaktır. Birinci bölümde metin yazarlarının genel değerlendirmeleri ve yeni bir model vurgusu tahlil edilecektir. Bu bağlamda yapılan eleştiriler yapılan atıfları ve muhtemel algılanmaları ile ele alınacaktır. Bu yönüyle referans olarak neden 1921 Anayasası’nın verildiği, diğer anayasaların neden dar kalıplı değerlendirildiği analiz edilecektir. İkinci bölümde ise ilgili mutabakat metninin yenilik ve değişiklik olarak vaat ettiği önemli görülen başlıkları değerlendirilecektir. Mutabakata varılan değişiklik hedeflerinin hangilerinin yeni olup olmadığı, işlevselliği, eksiklikleri ve olası olumsuzlukları ele alınacaktır.
Geç ile Güç Arasında Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem: Bir Mutabakatın Tahlili: Bölüm 1
Altılı Masa olarak tanımlanan muhalefet partilerinin; Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA), Demokrat Parti (DP), Gelecek Partisi, İYİ Parti ve Saadet Partisi (SAADET), ortaklık ya da iş birliğinin ana omurgası Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in hayata geçirilmesiyle şekillenmektedir. Bu bağlamda, ilkesel birliktelik çerçevesinde kümelenen muhalefet partilerinin yeni bir hükümet sistemi olarak sundukları mutabakat metninin, herhangi bir savunusu ya da karşıtlığından müstakil şekilde, teknik ve siyasal söylem analizi yapılacaktır. İlgili mutabakat metninin genel değerlendirilmesinin yanı sıra metinde yer alan kimi kavram ve ifadelerinin siyasal bağlamı ve tarihsel arka planı ile birlikte değerlendirilmesi sunulacaktır.
Çağdaş devlet düzenleri arasında “güçlendirilmiş parlamenter sistem” adında bir hükümet modeli bulunmamaktadır. Demokratik hükümet sistemleri başkanlık, yarı-başkanlık, parlamenter model gibi üç ana başlıkta yer almaktadır. Bu yönüyle, parlamenter sistem ifadesinin kullanılması eskiye dönme çağrışımı olacağından metin yazarları ilgili modele farklı bir sıfat bulmayı tercih etmiş olabilir.
Güçlendirilmiş Parlamentarizm ilk bakışta mevcut Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde olduğu gibi güçlü bir yürütmeye karşı parlamento gücünün artırılması gibi gözükse de kavram ilk olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin 2011 Seçim Bildirgesi’nde yer almıştır. Bu yönüyle değerlendirildiğinde hâlihazırdaki parlamenter sistem içerisinde iken “güçlendirilmiş parlamenter sistem” vurgusu mevcut sistemin zaaf ve eksiklerinin ön kabulü ile bu olumsuzlukların giderilmesine yönelik bir adım şeklinde değerlendirilebilir. Kimilerine göre ilgili sistem rasyonelleştirilmiş parlamentarizm olarak terennüm edilse de rasyonelleştirilmiş parlamenter sistem, esas itibariyle, yürütme organının, yasama karşısında güç kazanarak daha etkin ve istikrarlı bir yapı kazanmasını amaçlamaktadır. Nitekim, Türk demokrasi tarihindeki siyasal krizlerinin genel karakteristik özelliği; Meclis’in zayıflığından değil, bizatihi yürütme erkinin güçsüzlüğü ve istikrarsızlığından kaynaklanmasıdır.
Mutabakat Metninin önsözünde “tüm farklılıklarımızla beraber “biz” düşüncesini, temel hak ve özgürlüklerin Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları çerçevesinde güvence altına alındığı, bireylerin eşit ve özgür vatandaş olarak düşüncelerini özgürce ifade edebildiği ve inandığı gibi yaşayabildiği demokratik bir Türkiye’yi inşa etmektir.” ifadesi yer almaktadır. İçerik Avrupa Birliği sürecinde Habermas’ın kamusal alan ve anayasal yurttaşlık kavramlarına telmihte bulunmaktadır. Mutabakat bileşenlerinden biri olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin 2016 Kurultay Bildirgesinde ve çeşitli açıklamalarında “Kürt sorunu eşit yurttaşlık temelinde, TBMM zemininde toplumsal uzlaşma ve ortak akıl ekseninde çözülmelidir.” görüşünü savunduğunu hatırlamakta fayda olacaktır.
Habermas “Farklı etnik cemaatlere, dil gruplarına, mezheplere ait hayat tarzlarının aynı haklara sahip olarak bir arada yaşamasını gaye edinen bir siyaset, tarihi bir geleneğe sahip olan milli-devlet bünyesinde zor ve sıkıntılı bir süreç başlatmaktadır. Bütün vatandaşların ülkelerindeki siyasi kültürle aynı ölçüde özdeşleşebilmeleri halinde, milli-kültür mesabesine yükselmiş olan çoğunluk kültürü genel siyasi kültürle olan tarihi beraberliğini bozmak zorunda kalacaktır. Siyasi kültürün çoğunluk kültüründen kopuş süreci başarıya ulaştığı ölçüde, vatandaşlar-arası tesanüt daha soyut esaslara dayanan “anayasal vatandaşlığa” dönüşecektir. Bu kopuş süreci, başarılı sonuçlanmadığı takdirde cemiyeti, birbirini karşılıklı olarak yok etmeye çalışan alt-kültürlere bölecektir. Bu süreç her halükârda bir [soy-birliği cemaati olan] milletin özünü teşkil eden müşterek vasıfların dibini oymaktadır”[1] fikrini dile getirmiştir. Habermas’tan esinlenilen eşit yurttaşlık düşüncesi, azınlıkların eşitlikçi bir düzende çoğunluk ile bir arada yaşamasına olanak verilmesi şeklinde özetlenebilir.
Profesör Barış Doster ise “farklı etnik, mezhepsel kimliklere, alt kimliklere saygı duymak, onların dilini, kültürünü, geleneğini özgürce öğrenmesini, konuşmasını, öğretmesini, aktarmasını savunmak, bunu doğal bir hak olarak görmek, kişisel özgürlük kapsamında ele almak başkadır. Bunu bir ayrıcalık olarak görmek, grup kimliği kapsamında tanımlamak, siyasallaşmasını savunmak başkadır.”[2] şeklinde kendi düşüncelerini ifade etmiştir.
“Alt kimliklerin, kişisel hak ve hürriyetler kapsamında görülmesine kimse itiraz etmez. Ama bunların grup kimliği olarak öne çıkarılmasına, siyasallaştırılmasına, ayrıcalık talep etmesine, bölücülük yapmasına izin verilemez. Anayasa; yurttaşları esas alır, yurttaşları muhatap alır, yurttaşları tanır. Sözleşmeyi yurttaşlarla yapar. Etnik yapılarla, dinsel kümelerle, feodal gruplarla, bölgesel kimliklerle değil.”
Mutabakat Metninin “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Neden Yanlış?” ana başlığı altında “Yürütme” bölümünde “Yürütme yetkisi tek bir kişide toplanmış, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma yetkisi ile yasama etkisiz kılınmış, atama yetkileri ile de yargı bağımlı hale getirilmiştir.” ifadesine yer verilmiştir. Öncelikle yürütme erkinin tek bir kişide ya da partide toplanması sistemi başlı başına doğru veyahut yanlış yapmaz. Asıl mesele yetki-sorumluluk ilişkisi ve denge-fren mekanizmalarının nasıl oluşturulduğu ile alakalıdır. Haricen Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile yasamanın etkisiz kılınması sonucuna doğrudan ulaşılabilecek bir nedensellik bulunmamaktadır. Şöyle ki Anayasa’ya göre doğrudan yasamanın münhasır yetkisinin haricindeki alanlar için Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenen bir konuda yasamanın da kanun çıkarması ile kararname mülga olmaktadır. Buna ek olarak Cumhurbaşkanlığının Bütçe Hesabı ve Kesin Hesap kanun teklifleri haricinde bir kanun teklifi vermesi anayasal olarak imkânsızdır. Şayet Cumhurbaşkanı ile meclis çoğunluğu farklı görüşlerde olursa yasamanın elinde kanun çıkararak kararnameleri etkisiz kılma gibi büyük bir güç bulunmaktadır. Bu gücünü de teorik olarak asgari 151 milletvekili ile etkin bir şekilde kullanabilecektir. Gerek yasama organının gerekse yürütmenin yargı mensubu atamalarıyla ilgili olarak bu atamaların üst yargı organlarının ve kurumların gösterdiği adaylar arasından gerçekleştiğini göz önünde bulundurmak gerekir.
“Yasama” bölümünde yer alan “Cumhurbaşkanı’na tanınan kararname yetkisi ile münhasıran Meclis’e ait olan yasama yetkisi Cumhurbaşkanı tarafından kullanılır hale getirilmiş, bu durum kuvvetler ayrılığı ilkesini yürütme lehine bozmuştur.” ifadesi kendi içinde çelişkileri barındırmaktadır. Metni kaleme alanların bu ifadesi ile kuvvetler ayrılığından kastedilenin Yasama ve Yürütme erklerinin ayrılığı olduğu anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca hükümetin meclis içinden çıktığı parlamenter sistemde net bir kuvvetler ayrılığından bahsetmemiz mümkün olmayacaktır. Mutabakat bileşenlerinin hem kuvvetler ayrılığını hem de güçlendirilmiş parlamenter sistemi savunmaları bu yönüyle bir çelişki olarak durmaktadır. Daha önce de açıklandığı üzere kararname ile düzenlenen bir alanda kanun ile düzenleme yapılması yürütmenin kararnameyi mülga kılacağı gibi, daha önceden kanun ile düzenlenmiş bir alanda kararname ile herhangi bir düzenleme yapılamamaktadır.
Mutabakat metninin dikkat çeken bir diğer bölümü “Yeni Bir Sistem Öneriyoruz” başlığı altında yer almaktadır. Geçmişe dönülmediğini, aksine yeni bir sistem inşa edeceklerini belirten paydaşlar, çoğulcu demokrasi anlayışlarına 1921 Teşkilat-i Esasi’yi referans almaktadır. Metin yazarları bu durumu “1921 Anayasası’nın nispeten kapsayıcılığının peşinden kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, sonraki anayasalarında daha dar kalıplara girmiştir” şeklinde ifade etmiştir.
Değerlendirmemizin bu aşamasında “Neden 1921 Anayasası?” konusu mütalaa edilecektir. Bununla birlikte 1924, 1961, 1982 Anayasalarının 1921’e nispetle daha dar kalıplı olup olmadığı yine bu temelde ele alınacaktır.
1921 Anayasası mutabakat bileşenlerinin vurguladıkları kuvvetler ayrılığı ilkesi hilafına kuvvetler birliği ile maluldür. Öyle ki Teşkilat-i Esasi’nin ikinci maddesine göre “İcra kudreti ve teşri selâhiyeti milletin yegâne ve hakikî mümessili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli ve temerküz eder.”
Gerek Devlet Başkanlığı gibi bir makamın bulunmaması ve gerekse icra vekilleri heyetinin doğrudan Meclis tarafından seçilmesi gibi dönemin imkân ve şartlarına göre şekillenmiş geçiş anayasası niteliğine sahip bir hukuki düzenlemenin 2023 seçimleri için referans gösterilmesinin ve diğer anayasal gelişmelerinin dar kalıplar olarak tasvir edilmesinin başka bir anlamı olmalıdır. Aksi takdirde devletin temel organları arasında yer alan Yargı organları ile ilgili detaylı bilginin olmaması, temel hak ve özgürlüklerle alakalı herhangi bir maddenin bulunmamasına rağmen 1921 Anayasasını neden referans alınmıştır?
1921 Anayasası ile ilgili Kemal Gözler’in ifade ettiği gibi Bakanların seçim usulünü düzenlemeyen bu Anayasa, nahiyelerin idare heyetlerinin nasıl seçileceğini düzenlemeyi ihmal etmemiştir.1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanununun âdem-i merkeziyete çok önem verdiği söylenebilir. Anayasanın kendisinin adî kanunlardan üstün olduğunu ilân eden bir hüküm yoktur ve değiştirilişi için bir hüküm de getirmemektedir. Bu nedenle “yumuşak anayasa” niteliğindedir. Bu yönüyle bakıldığında 1921 Anayasasının değiştirilemez herhangi bir maddesi bulunmamakla birlikte herhangi bir değişiklik için de özel bir çoğunluk belirtilmemiştir. Oysa 1982 Anayasasının ilk üç maddesi değiştirilemez ve hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemezdir. Bu zaviyeden bakıldığında mutabakat bileşenleri, 1921 Anayasasına göre diğer anayasaları daha dar olarak kabul etmiş olabilir.
24 maddelik 1921 Anayasasının 14 maddesinde vilayet, kaza ve nahiyenin tanımı ve incelenmesi yapılmaktadır. Teşkilât‐ı Esasiye yerel yönetimlere ve yerinden yönetim ilkesine en fazla ağırlık veren bir anayasa olması nedeniyle, Kanun-i Esasi’nin merkeziyetçi eğilimine karşılık yerel yönetimlere özerklik tanımasıyla dikkat çekmektedir.
1921 Anayasası ile 1924, 1961, 1982 Anayasaları arasındaki en temel farklardan biri de vatandaşlık tanımıdır. 1921 Anayasası doğrudan bir vatandaşlık tanımı yapmamıştır. Belki de bunun en önemli nedeni geçiş dönemi anayasası olmasından kaynaklanmaktadır. Sonrasındaki 1924 Anayasasında vatandaşlık “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur” şeklinde tanımlanmıştır. 1961 ve 1982 Anayasalarında da vatandaşlık Ulus Devlet değerleri esasında tanımlanmıştır. Mutabakat bileşenlerinin “eşit yurttaşlık” temelinde ittifak ederek 1921 Anayasası’nı daha kapsayıcı görmelerinin altında yatan ana dinamik Habermas’ın bu çerçevedeki anayasal yurttaşlık düşüncesini temel almalarından kaynaklı olabilir.
Sonuç
Anayasa, normlar hiyerarşisinin en üstünde yer alan bağlayıcı hukuki belgedir. Tüm yasal ve idari düzenlemelerin anayasaya uygun olması zorunludur. Bu sebeple anayasal ya da anayasa değişikliği ile ilgili çalışmalarda kullanılan ifadeler çok önemlidir. “Türk Anayasa Tarihi” çalışmalarına bakıldığında temel hak ve özgürlüklerin kapsamlı bir şekilde korunduğu ve demokratik niteliği haiz olan anayasanın 1961 Anayasası konusunda mutabakat vardır. Buna rağmen Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem taahhüdünün mutabakat metninde 1921 Anayasası referans alınmıştır. Bu yazıda, Cumhuriyetin ilanından iki sene önce kabul edilmiş olan Teşkilat-i Esasi’nin neden işaret edilmiş olabileceği değerlendirilmiştir. Yurttaş tanımının bulunmadığı, 14 maddesinin taşra ve yerel idarelere ayrıldığı, değiştirilemez maddelerinin olmadığı yumuşak bir anayasa özelliği olan Teşkilat-i Esasi’nin referans olarak kabul edilmesindeki ana dinamiğin çoğulcu kimlik, eşit yurttaşlık, mahalli idarelerinin özerkliğinin genişletilmesi için ön hazırlık olabileceği değerlendirilmektedir.
Kaynakça:
[1]J. Habermas, (2002), Küreselleşme ve Milli Devletlerin Geleceği, çev. Medeni Beyaztaş, (1. Baskı), Bakış Yayınları, İstanbul. s. 95-96.
[2]Barış Doster, “Anayasa, kimlik siyaseti ve emperyalizm”, Cumhuriyet,https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-doster/kimlik-siyaseti-ve-acmazlari-1871656( Erişim Tarihi: 09.10.2021).
Doster, Barış., “Anayasa, kimlik siyaseti ve emperyalizm”, Cumhuriyet, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-doster/kimlik-siyaseti-ve-acmazlari-1871656.
Gözler, Kemal, (2021), Türk Anayasa Hukuku, (4.Baskı), Ekin Yayınevi, Bursa.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni, https://chp.azureedge.net/4bf96d00a70d4e7daea3c4bc06e8c7f9.pdf
Habermas, J., (2002), Küreselleşme ve Milli Devletlerin Geleceği, çev. Medeni Beyaztaş, (1. Baskı), Bakış Yayınları, İstanbul.