ÖZET
Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ), 2022’de iş yerinde güvenliğin ve sağlığın temel bir hak olduğunu kararlaştırdı. Çalkantılı bir dünyada işçilerin sağlığının ve güvenliğinin temel bir insan hakkı olduğunu deklare etmenin anlamı nedir? Hukuk ve politika alanlarında iş sağlığı ve güvenliği üzerine çalışmalar, genellikle işçilerin karşılaştığı tehlikelerin idari veya teknik kontrolüne yoğunlaşmaktadır. Ancak, giderek istikrarsızlaşan dünyamızda risklere yanıt vermek için realist bir yaklaşıma da ihtiyaç vardır. Bu, devlet politikasının, işçilerin şu an karşılaştıkları ve gelecekte karşılaşabilecekleri tehlikeli işlere karşı etkili bir şekilde korunmasını sağlamak için gerekli olan ekonomik ön koşullara yeniden odaklanmasını gerektirmektedir. Bu makalede, bu durumu Politika, İnovasyon, Tasarım ve Gelişim Merkezi (PİTGEM) için analiz edeceğiz.
Çalkantılı Bir Dünyada İşçi Sağlığı Nasıl Korunur?
Bu çalkantılı zamanda, işçilerin sağlığının ve güvenliğinin temel bir insan hakkı olduğunu deklare etmek ne anlama gelmektedir? Geçen yaz, Uluslararası Çalışma Konferansı, “güvenli ve sağlıklı bir çalışma ortamının” sağlanmasını UÇÖ’nün İş Yerinde Temel İlke ve Haklar Çerçevesi’nin bir parçası olmasına karar verdi. İş yerinde güvenlik ve sağlık, 1966’da Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin kabul edilmesiyle uluslararası alanda bir insan hakkı olarak tanınmıştır. Savaşın, ekonomik çalkantının ve Covid-19 salgınının ortaya çıkardığı ve küresel toplumu karşı karşıya bırakan muazzam zorluklar, UÇÖ’ne işyerinde sağlığın ve güvenliğin önemini yeniden vurgulayan yeni bir karar alması yönündeki çağrıları güçlendirdi. Şu anki dünya gündemindeki olaylar bu yeni deklarasyonun gerekçelerini oluşturmaktadır. Bununla birlikte, temelde böyle bir deklarasyonun, dünyadaki hangi önemli değişikliklere dayandığının tartışılması gerekmektedir.
UÇÖ’nün yeni bildirisinin gerekçesi olan “çalkantı”, 2022 Birleşmiş Milletler (BM) İnsani Gelişme Raporu’nda (UNDP, 2022) net bir şekilde ortaya konuldu. BM raporu, güvenlik ve sağlığa yeniden odaklanmanın nedenlerinden biri olarak toplumlardaki ekonomik güvensizliğe işaret etmektedir. Rapor, iki yıl üst üste insani gelişmede gerilemelere neden olan “yeni bir belirsizlik silsilesinin” ortaya çıkardığı sorunlarla toplumları karşı karşıya bırakan “yeni bir gerçekliği” ayrıntılı ve iç karartıcı bir şekilde betimlemektedir. Rapora göre, ekonomik belirsizlikler ve insani gelişmedeki düşüşler daha fırtınalı ve karmaşık bir dünyaya yol açmıştır. Bu kadar yaygın olan sosyal belirsizlik ve güvensizlik, iş sağlığının ve güvenliğinin temel insan hakları olduğunu kabul eden deklarasyon için geliştirilen stratejiler hakkında önemli soruları da gündeme getirmektedir.
BM İnsani Gelişme Raporu’na göre, uluslararası toplumun yeni belirsizlik silsilesi, “zayıflamış sosyo-ekolojik sistemlerin” olduğu küresel bir ortamda, “belirsizliğin yeni boyutlarının sebebi olan” “çok boyutlu risklerin katmanlaşmasını ve bu risklerin etkileşimlerini” ve “tehditlerin örtüşmesini” içermektedir. Gezegen üzerindeki baskılar, dijitalleşme, ekonomik güvensizlik, şiddet ve ayrımcılık, “zihinsel sağlığın sürekli saldırıya maruz kaldığı” bir topluma yol açmaktadır. Bu anlamda, UÇÖ’nün İş Yerinde Temel İlke ve Haklar Çerçevesi’ne güvenlik ve sağlığın eklenmesi sevindirici bir gelişmedir. UÇÖ, temel bir hak olarak, bu beşinci hak kategorisini anayasal bir yükümlülük olarak görmektedir (Diğer dört temel hak ise çocuk işçi çalıştırmama hakkı, zorla çalıştırmama hakkı, sendikal haklar ile örgütlenme özgürlüğü ve istihdam ve meslekte ayrımcılığa uğramama hakkıdır). UÇÖ üyesi devletler, UÇÖ anayasasını UÇÖ üyeliğinin bir yükümlülüğü olarak kabul etmektedir. Bu bağlamda, iş yerinde güvenliği ve sağlığı temel bir hak haline getirmek, üye devletlerin bunu UÇÖ’nün anayasal bir yükümlülüğü olarak kabul etmesi demektir.
UÇÖ Uluslararası Çalışma Konferansı tarafından kabul edilen uluslararası çalışma sözleşmeleri, bireysel UÇÖ üye devletlerinin onayını gerektirmektedir. Onay, devletin sözleşme hükümlerini kabul etmesi ve sözleşmeye uygun olacak şekilde ulusal yasaları ve uygulamaları değiştirmeyi kararlaştırması anlamına gelmektedir. Bununla birlikte, sözleşmelerin uygulanmasına ilişkin düzenli denetim süreci, üye devletin belgeyi onaylamasını şart koşmaktadır. Bazı UÇÖ sözleşmelerinin birkaç onayı vardır. Bu gönüllü sistemin kökleri, UÇÖ’nün 1919’da ortaya çıkışına kadar uzanmaktadır. BM Şartı’nın kabul edilmesinden bu yana modern uluslararası insan hakları çağının yükselişiyle birlikte, egemen eşitlik ilkesine insan haklarının korunmasına ilişkin kaygı eşlik etmiştir. UÇÖ’nün uluslararası çalışma standartlarının orijinal, tamamen gönüllülük esasına dayanan sistemi, artık yavaş yavaş temel haklar ve anayasal ilkelerle ilgili devam eden tartışmalarla desteklenmektedir.
Yukarıda bahsettiğimiz beş temel hak kategorisinin her biri, iki uluslararası çalışma sözleşmesiyle birleştirilmiştir. İş yerinde sağlık ve güvenlik sorunuyla ilgili olarak, bu sözleşmeler 1981 tarihli Mesleki Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi (No. 155) ve 2006 tarihli Mesleki Güvenlik ve Sağlığı Teşvik Çerçevesi Sözleşmesidir (No. 187). Her iki UÇÖ sözleşmesi de daha önce kabul edilmiştir ve birkaç yıldır üye devletlerin onayına açılmış durumdadır. İkisi birlikte, 2022’de değiştirildiği şekliyle Çalışmaya İlişkin Temel İlkeler ve Haklar Bildirgesi kapsamında temel sözleşmeler olarak yeniden sınıflandırıldı. Bu nedenle, bu iki sözleşmenin özel hükümleri, UÇÖ üye devletleri için anayasal yükümlülükler düzeyine yükseltildi (ILO, 2022). Bunun UÇÖ tarafından onaylanmasında ve düzenli denetiminde bir artışa yol açması muhtemeldir. Temel haklar olarak mesleki güvenliğin ve sağlığın yükseltilmiş statüsü göz önüne alındığında, artık üye devletlerin bu iki sözleşmenin kendi ülkelerinin kanunlarında ve pratiklerinde nasıl uygulandıkları konusunda rapor vermelerini gerektiren ayrı bir süreç mevcuttur.
155 ve 187 numaralı UÇÖ sözleşmelerinde ele alınan konular, tutarlı bir ulusal iş sağlığı ve güvenliği politikası geliştirilmesini, yeterli ve uygun bir iş teftişini, eğitimi ve öğretimi, işçi haklarını ve katılımını ve bir ulusal önleyici güvenliği ve sağlık kültürünü içermektedir. Kağıt üzerinde, bu temel yükümlülüklerin çoğu iyi tanımlanmış görünmektedir. Ancak, bu hükümlerin uygulamada ne anlama geldiği konusunda daha fazla diyalog önemli bir ihtiyaç vardır. Her toplum, birçok farklı şekilde yapılandırılmış çeşitli ekonomik sektörlere sahiptir. Hükümet politikalarını ve pratiklerini şekillendiren ekonomi fikirleri (ya da felsefeleri), toplumda güvenlik ve sağlığın belli bir düzeye çıkarılması konusunda önemli etkilere sahiptir. Bu yönetişim felsefeleri; kuralları, kalıpları ve uygulamaları beraberinde getirmektedir, ancak toplumun dinamik olduğu ve değişim geçirdiği yerlerde bile oldukça durağan olabilmektedir.
Küresel belirsizlik gerçeği, zayıflayan sosyo-ekolojik sistemler, giderek çalkantılı toplumlar ve katmanlı riskler göz önüne alındığında, geleneksel koruyucu mekanizmalar iş sağlığı ve güvenliği için ne kadar etkilidir? Mevcut belirsizlik silsilesi, genellikle iş sağlığı ve güvenliği ile ilişkilendirilen yükümlülükleri, hakları ve politika kriterlerini nasıl dönüştürebilir? Bu soruların basit cevaplarını bulmak güçtür. Bununla birlikte, iş yerinde güvenliğin ve sağlığın korunmasında tarihsel olarak izlenen farklı politika stratejilerine odaklanarak bir iç görü kazanılabilir. Böylesine karmaşık bir politika alanı için kolay bir sınıflandırma mümkün değildir, ancak bu düşünceden belirli bir ayrım ortaya çıkmaktadır. İş sağlığı ve güvenliği genellikle uzman danışmanlar veya iş müfettişleri tarafından desteklenen teknik-yönetsel bir işlev olarak kabul edilmektedir. Bu görüşe göre, işteki riskler, teknik kontrol müdahaleleri ile düzeltilebilen kusurlu iş süreçlerinden kaynaklanmaktadır. Risklerin kontrolü bilimsel hassasiyetle incelenmektedir ve etkili önlemlerle hayatlar kurtarılmaktadır.
İş güvenliği ve sağlığı daha geniş bir perspektiften de görülebilir. Bu görüş teknik bilimi kapsamaktadır ama aynı zamanda toplumsal ilişkilere de ve siyasal iktisada da önem vermektedir. Mesela, UÇÖ Uluslararası Çalışma Konferansı’nın tarihsel kararları, iş sağlığının ve güvenliğinin korunmasının devletleri, devlet ve sanayi politikası planlamasının tüm alanlarına uzanan gerçekçi bir analitik çerçeveyi benimsemeye mecbur ettiğini vurgulamaya özen gösteriyordu. Özellikle, BM’in 1966’da Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ni kabul etmesinin ardından, UÇÖ üye devletlerin işçi sağlığı ve güvenliği konularını genel olarak tüm devlet ekonomik politikası planlamalarına entegre etmeleri için bir teknik yardım programı başlattı. Soğuk Savaş döneminde, güvenlik ve sağlık hakkı da dahil olmak üzere insan hakları, “liberal piyasa kurallarını” sosyal adalete tabi kılmak için bir “sağlık kordonu” olarak kabul edildi. Bu realist bakış açısına göre iş sağlığı ve güvenliği, liberal piyasa felsefelerine ve değerlerine dayanan birey için yalıtılmış koruma mekanizmaları olarak algılanmadı. Bunun yerine, güvenliğin ve sağlığın korunması siyasal iktisadi gerçekliğin analizine dayanmaktaydı. Böylece politika, ekonomik alanda daha yüksek bir planlama ve eylem standardında tutuldu.
Örneğin, bir UÇÖ kararı, Çalışma Koşulları ve Çevre Kararı (1976), “çalışma koşullarının ve ortamının iyileştirilmesinin temel koşulunun, örgütlenme hakkı da dahil olmak üzere insan haklarının özgürce kullanılmasıdır” ve devletlerin “endüstriyel demokrasinin genişletilmesini” araması gerektiğini belirtti. İş tehlikelerini ortadan kaldırmak veya kontrol etmek için “tutarlı bir politika” gerekiyordu. 1975 yılında, UÇÖ, çalışma koşullarının iyileştirilmesinin “UÇÖ’nün ilk ve kalıcı misyonu” olduğunu “ciddiyetle yeniden teyit etti” ve realizme dayalı geniş bir analizle “çalışma koşullarının ve ortamının iyileştirilmesi için uluslararası bir program”ı savundu. Tarih bize, ne zaman ki temel ve uluslararası bir insan hakkı olarak işçi sağlığına ve güvenliğine dikkat çekildiğinde, yalnızca risklerin teknik kontrolüne değil, aynı zamanda “gittikçe kötüleşen iş”in (degrading work) sistemik ve yapısal nedenlerine de odaklanan belirli bir realist mantığın zorunlu olarak izlendiğini göstermektedir. Teknik kontroller gerektiren işte “doğal” bir tehlike olarak görünen şey, aslında güvensiz çalışmanın gerçek nedeni olarak rekabetçi kısıtlamalar dahil olmak üzere daha geniş sektörel dinamiklerin sonucu olabilmektedir.
Siyasal iktisadi analizleri göz ardı ettiğimizde, aslında mevcut ekonomik modelleri sorgulamamaktayız. İşçi sağlığı, toplumdaki veya ekonomideki daha geniş eğilimler nedeniyle tehdit ediliyorsa, herhangi bir temel hak analizi mutlaka bu eğilimleri eleştirmelidir ve yanıt olarak toplumu ve devleti harekete geçirmelidir. Realist bir yaklaşım, iş yerinde güvenliğin ve sağlığın korunmasına ilişkin teknik tartışmalarda bulunmayan sağlık ve güvenlik sorunlarına derinlemesine odaklanma olanağı sağlamaktadır. UÇÖ üye devletlerinin hükümetleri artık tutarlı ulusal iş sağlığı ve güvenliği politikaları tasarlamakla ve uygulamakla yükümlüdür. İş sağlığının ve güvenliğinin temel bir insan hakkı olarak yenilenen statüsü göz önüne alındığında, devletlerin özellikle çalkantılı bir dünya bağlamında ulusal iş sağlığı ve güvenliği politikasındaki bu yeni tutarlılık yükümlülüklerini nasıl üstlendiklerine dikkat edilmelidir.
Tutarlı ulusal iş güvenliği̇ ve sağlığı politikaları, sosyal ilişkilerin ve siyasal iktisadın çalışma ortamındaki sağlık ve güvenlik koruma mekanizmalarıyla nasıl iç içe geçtiğini kabul etmelidir. Politika, insanlara ve gruplara genelleştirilmiş kuralları belirli yerel eylemlerle tamamlama yetkisi vermeli ve ön tedbir değerlerini (values of precaution) dahil etmek için temel önleme değerlerinin (basic values of prevention) ötesine geçmelidir. Sendikal hakların ve toplu temsilin doğası, güvenliği ve sağlığı korumak için derinleştirilmelidir ve genişletilmelidir. Temel bir hak olarak güvenlik ve sağlık, savaş, barış, küresel ticaret ve çok taraflı sistem bağlamında yalnızca teknik bir eklenti olarak görülemez. İş yerinde güvenlik ve sağlık, tüm devlet politikası ve tüm küresel politika eylemleri için bir başlangıç noktası olmalıdır. Yeni bir belirsizlik silsilesindeki çalkantılı riskler dünyasında, uluslararası toplum işçi sağlığını ve güvenliğini temel bir insan hakkı olarak koruma konusunda ciddiyse, bu tür yaklaşımlar vazgeçilmez olacaktır.
Sonuç
1945 BM Şartı, savaş sonrası çok taraflı sistemin temeli olarak, toplumdaki insan haklarıyla devletlerin egemen eşitliğini tesis etti. Yıllar geçtikçe, ekonomik güvenliğin en önemli insan haklarından biri olduğu kabulü gelişti. Bir insan hakkı olarak ekonomik güvenlik, yalnızca birey için vazgeçilmez değildir, aynı zamanda gerçekten sağlıklı ve sürdürülebilir bir ekonomi ve dolayısıyla barışçıl bir toplum için de vazgeçilmez bir unsurdur. Toplumlar daha çalkantılı bir dünyaya karşı uyum sağladıkça ve dönüşürken, iş sağlığının ve güvenliğinin korunmasında devletin rolüne ilişkin anlayışımız da büyük bir değişime uğramak zorundadır. İşçilerin güvenliği ve sağlığı ile ilgili endişeler, ekonomik sektörlerin yönetimi, yönetişim felsefeleri ve önleme kültürleri (cultures of prevention) hakkındaki dar fikirlerin sınırları ile ilgili endişeleri kapsamalıdır. Gelecekte işçileri ve toplulukları korumak, işin toplum tarafından düzenlenmesi konusunda daha derin bir anlayış geliştirmeyi gerektirecektir. Bu, hem gelecekte ekonomik güvenlik için yeni temel ilkeler geliştirirken hem de statik insan hakları anlayışlarını terk etmeyi gerektirecektir.
Kaynakça:
ILO. (1975). Resolution concerning future action of the International Labour Organisation in the field of working conditions and environment. International Labour Conference. 60th Session. Geneva: International Labour Office. Retrieved 2022-05-09.
ILO. (1976). Resolution on Working Conditions and Environment. Resolutions Adopted by the International Labour Conference. 61st Session. Geneva: International Labour Office. Retrieved 2022-05-09.
ILO. (2022). Proposed resolution submitted to the Conference for adoption. Second Report of the General Affairs Committee. Record of Proceedings. International Labour Conference. 110th Session. ILC.110/Record No.1C. Geneva: International Labour Office. 6 pages. Retrieved 2022-06-10.
UNDP. (2022). Human Development Report 2021/2022. Uncertain Times, Unsettled Lives: Shaping our Future in a Transforming World. New York: United Nations Development Program. 300 pages. Retrieved 2022-09-09.