ÖZET
Politika, İnovasyon, Tasarım ve Gelişim Merkezi’ne (PİTGEM) gönderilen bu yazının özeti bulunmamaktadır. Daha önce yayınladığımız “Okur Mektubu 1” başlıklı yazının özet kısmında belirttiğimiz gibi PİTGEM, kamu politikalarına dair okuyuculardan gelen mektuplara, kısa görüş yazılarına yer vermektedir. Bu tip yazılar ve okuyucudan gelen mektuplar, “Okur Mektubu” kategorisinde yayınlanmaktadır. 6 Şubat 2023’te meydana gelen deprem felaketinin mağdurlarında bir depremzedenin yazdığı mektup, “Okur Mektubu 1: Biz Ölürken Siz Orada Yoktunuz!” başlığı ile yayınlanmıştı. Bu yazı da yine deprem felaketini yaşayan bir depremzedenin feryadı, duygu ve düşüncelerini içermektedir.
PİTGEM okuru, bize bu yazıyı bir mektup şeklinde göndermiş, devlet yönetimi ve kamu politikaları konusunda takip ettiği bir düşünce kuruluşu olarak, bizden ‘kendi gördüğü ve göremediği devlet yönetimini’ de yayınlamamızı, sesine ses olmamızı istemiştir. Bir ağıt gibi okuduğumuz bu yazıyı, acıları paylaşmak, en azından bu deprem felaketinden ders alınmasına bir parça vesile olmak ve yanlış yönetim anlayışlarından dönülüp doğru ve iyi bir yönetim anlayışının tüm siyasilere hâkim olması temennisi ile yayınlıyoruz.
Okur Mektubu 2: Ölümden Sonra Dirilmek
Depremin üzerinden üç ay geçmesine rağmen özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve iktidar mensupları tarafından Hatay’ın Defne ilçesine yönelik her gün ayrı bir yorum yapılmaya devam ediliyor. Geçtiğimiz aylarda Cumhurbaşkanı Erdoğan “Maalesef ilk birkaç gün Adıyaman’da arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik. Hava ve yol koşulları nedeniyle ilk günden gelemedik. Bunun için sizden ilk günler için helallik istiyorum”[1] demişti. Şunu ifade etmek istiyorum ki Antakya, Defne, Arsuz ve Samandağ gibi Hatay’ın farklı ilçeleri söz konusu olduğunda devlet sadece ilk gün değil neredeyse ilk üç gün boyunca gelemedi. Yani aslında Türkiye Cumhuriyeti, Rousseaucu bir şekilde yaklaşacak olursak, en basit işlevlerini bile yerine getirirken zorlandığı için, toplum ile arasındaki sözleşmeyi ihlal etmiştir. Basit bir şekilde anlatmak gerekirse vatandaşın can güvenliğini temin edemeyen bir devletin asli fonksiyonlarını yerine getirdiğinden bahsetmek ne kadar doğru olabilir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Defne Devlet Hastanesi’nin açılışı esnasında yaptığı konuşma oldukça manidar. Dün yaptığı açıklamada Sayın Erdoğan “Herhangi bir sıkıntım olduğu için değil bir gerçeği ortaya koymak için. Tayyip Erdoğan’a Defne’de verilen oy yüzde 8 buçuk, Bay bay Kemal’e verilen 90 buçuk. Biz burada mezhebi bir ayrım var diye bu yatırımı yapmıyoruz. Bu ülkenin cumhurbaşkanı bensem orada yaşayan insan olduğu için bu talimatı verdik. Çünkü biz yaradılanıyaradandan ötürü sevdik. Ayrım yapmadık. Bundan sonra da yapmayacağız…”[2]ifadeleriyle Defneli depremzedelere seslenmiştir. Öncelikle bir Antakyalı olarak dile getirmek istediğim bir husus var. Sayın Cumhurbaşkanı unutmaktadır ki hastane bir yatırım değildir. Devletin varoluş sebeplerinden biri halk sağlığının korunabilmesi ve vatandaşın can güvenliğinin temin edilebilmesidir. Devlet tarafından veya kamu-özel ortaklık modeliyle Antakya ve İskenderun’da inşa edilen hastanelerin pek çoğu yıkılmıştır. Depremden sonraki günler boyunca ortada göremediğimiz devlet, aynı zamanda vatandaşının can güvenliğini temin etmekten uzaktır. Hatay Tabipler Odası, 2022 yılında Defne ilçesinde bir devlet hastanesinin inşa edilmesi gerektiğini dile getirmişti.[3] Devletimiz şimdiye kadar bu ihtiyacı neden görmezden gelmiştir? Defne’de bir devlet hastanesinin hizmete açılabilmesi için illaki on binlerce insanımızın hayatını kaybetmesi mi gerekiyordu? Depremden sonra Hatay kent merkezinde sağlam bir hastane kalsaydı acaba devletimiz Defne’de bir hastane inşa etmeye yeltenir miydi?
Bir Antakyalı olarak tekrar dile getirmek istiyorum ki artık devlet büyüklerinin, zaten sağlanması gereken bir kamu hizmeti söz konusu olduğunda, “… Mezhebinize rağmen size yatırım yapıyorum” minvalindeki açıklamaları hakaret niteliğindedir. Devlet büyükleri ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan ne kadar farkındadır bilmiyorum ama Türkiye Cumhuriyeti ile vatandaşı arasındaki ilişkiyi kuran başlıca araçlardan birisi vergidir. Biz Antakyalı vatandaşlar yıllarca devlete vergimizi ödedik. Hatay, 2022 yılı itibariyle kişi başına düşen ortalama vergi miktarının en yüksek olduğu illerden birisidir.[4] Yani hiç kimse Cumhurbaşkanı’ndan sadaka beklemiyor. Anlaşıldığı kadarıyla Defne Devlet Hastanesi’ni Sayın Erdoğan kendi imkanlarıyla yaptırmış değildir. Defne Devlet Hastanesi, vatandaşların vergileriyle inşa edilen ve devletin sunmakla yükümlü olduğu bir kamu hizmetine tahsis edilmiş bir binadır. Devletin sunmakla yükümlü olduğu bir kamu hizmetini, yani sağlığı, bir yatırım ya da Defnelilere “mezheplerine rağmen” geçilmiş bir kıyak olarak sunmak ne kadar doğrudur? Ben, Sayın Erdoğan’ın Defneli yurttaşları incitmek istemediğine eminim. Umarım Sn. Erdoğan’ın konuşmalarını hazırlayan kamu görevlileri de söz konusu durumun farkına varırlar. Bir kamu hizmetinin sunumu esnasında insanların mezhebinden bahsetme ya da devletin sunmakla yükümlüolduğu bir hizmet sadaka dağıtmakla aynı kefeye konamaz. Devlet, bu tarz hizmetleri sağlıklı bir şekilde sunamıyorsa ya da vatandaşları arasındaki mezhep, dil, din ve milliyet gibi farklılıkları gözeterek sunuyorsa işin açıkça devletin varlık sebebi ortadan kalkmış demektir.
Hatay’da zaten yürütmenin en etkili olduğu husus, toplumsal tepkilerin bastırılması konusunda kendisini göstermektedir. İnsanlar su, hijyen ürünü, konteyner ev, temiz çamaşır ve kıyafet ihtiyaçlarını dile getirdikçe hainlikle itham edildiler. Üstelik bu insanları hainlikle itham edilmesi, aynı zamanda iktidar medyası tarafından yürütülen bir kampanya halini aldı. Son zamanlarda ise Twitter ve diğer sosyal medya araçlarında iyice ayyuka çıkan ve depremzedelerin siyasi tercihleri nedeniyle artık yardım yapılmamasını salık veren paylaşımlar ise Türk toplumundaki siyasi kutuplaşmanın geldiği noktayı gösteriyor. Ne kadar acı bir durum. Toplumdaki birçok mevzuyu mezhep ya da milliyet üzerinden kaşımak, birçok politikacının tutkusu olmuş vaziyette. Ancak hatırlatmak isterim ki 1999 Gölcük Depremi’nde yardıma koşan Antakyalıların depremzedelerin siyasi tercihleri ya da mezhepleri ile ilgili alıp veremediği hiçbir durum yoktu. Sayın Erdoğan’ın çevresindeki danışmanlarına da sormak istiyorum: 24 yıl içerisinde Türkiye’de ne değişti ve devletin sunması gereken temel hizmetlere, devlet ve vatandaş arasındaki ilişkinin niteliğine, devletin vatandaşa yönelik tutumuna vs. böylesine bir gölge düştü? Bu sorunun yanıtı verebileceklerini de pek sanmıyorum. Nitekim Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın’ın“Ben, Öteki ve Ötesi” isimli kitabında öteki üzerinden verilen hükümlerin aynı zamanda ben kavramı ile bir ilişkisinin bulunduğu iddia edilmektedir. Anladığımız kadarıyla Türkiye’deki “ben” kavramını güçlendirebilmek için son zamanlarda sıkça Alevilik üzerindeki bu vurgu devam edecek gibi görünmektedir.
Bir kitleyi konsolide ederken özellikle hayatta kalmaya çabalayan depremzedeler üzerinden bir kimlik vurgusunun yapılması hem gülünçtür hem de karşınızdakine bir eziyettir. Bu insanların şu anda ne siyasi ne de iktisadi haklardan tam olarak faydalanabilmesi zaten mümkün değil. Paranın bile alım gücünün olmadığı bir afet bölgesinden bahsediyoruz. O afet bölgesinde hayatta kalmaya çabalayan insanların neredeyse tamamının bir çocuktan farkı yok. Temel ihtiyaçların karşılanması noktasında yurttaşlarımız eğer hala devletten değil de sivil toplum örgütlerinden ve gönüllülerden destek talep ediyorlarsa devlet yöneticilerinin ve mülki amirlerin bir dönüp sorması gerekmez mi acaba “Biz nerede yanlış yapıyoruz acaba?” diye. Hatay’da suya erişilemediğini ve şebeke suyunun kullanılamadığını iddia eden vatandaşlarımız hakkında “kara propaganda yapmaktan gerekli cezai işlemlerin” başlatılacağını duyuran Hatay Valiliği[5] ve AFAD, çadır kentleri basan haşereler konusunda aynı derecede hassas davranmakta mıdır? Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığı (HBB) haşerelere karşı mücadele etmeye çalışıyor. Ancak herhangi bir kamu kurumu veya kuruluş tarafından HBB’ye ne kadar yardım edildiği büyük bir bilinmez. Aynı şekilde daha geçen günlerde bir çocuk zatürre yüzünden hayatını kaybetti. Başka bir evladımız ise haşereler tarafından ısırıldığı için aramızdan ayrıldı.
Depremin üzerinden neredeyse 3,5 ay geçti. Hatay’daki depremzedeler, kıyamet sonrasını anlatan filmlerdeki gibi yaşam sürdürmek zorundalar. Daha doğrusu böyle bir yaşama sürüklenmek zorunda bırakıldılar. Bir devletin öncelikli görevi, zaten hayatı mahvolmuş vatandaşlarının yirmi yılına daha ipotek koyarak onları acımasız müteahhitlerin kiracısı haline getirmek değildir. Bir devletin öncelikli görevi, vatandaşlarının nefes alabileceği bir ortam sağlayabilmektedir. Antakyalı depremzedelerin isteği geleceklerinin altın bir tepsi içerisinde devlet tarafından hazırlanması ve kendilerine sunulması değildir. Toplumun farklı kesimleri ve kamu otoriteleri tarafından sürekli aşağılanmak ve ötekileştirilmek hoş bir deneyim olmasa gerek. Ancak ben artık yöneticilerin ve Türk milletinin bu konuda ferasetlerini kaybettiklerine inanıyorum. Bu sırf benim şahsi tecrübelerimden, dinlendiklerimden ve gördüğüm manzaralardan kaynaklanan bir durum da değil. Depremzedelere yönelik giderek büyüyen bir öfke ve nefret denizinin ortasındayız şu anda ve kimse bu durumun farkında değil. Öncelikle şu durumu kabul edelim ki depremzedelerin önümüzdeki yıllar boyunca yardıma ihtiyacı olacak. Ancak bu yardımın giderek daha maliyetli bir hale gelmesinin asıl sebepleri, yöneticiler tarafından takip edilen hatalı iktisadi politikalar ve depremzedelerin sistematik bir biçimde ötekileştirilmesidir. İnsanların kendilerini ifade etmelerini engellemeye çalışabilirsiniz ama ortadan kaldıramazsınız. Bu yazıyı bitirirken size son bir soru sormak istiyorum: Aynı koşullar altında siz hayatta kalmaya çabalasaydınız ve sistematik bir öfkenin hedefi haline gelseydiniz neler hissederdiniz? Kendinizi bir depremzedenin yerine koyun ve sadece on saniye için düşünün. O zaman şartların benim gibi insanlar için ne kadar ağır olduğunu ve terk edilmişlik hissinin nasıl üzerimize çöktüğünü belki daha iyi idrak edebilirsiniz.
Dipnotlar:
[1] BBC News Türkçe, “Cumhurbaşkanı Erdoğan Adıyaman’da Konuştu: Sizden helallik istiyorum.”, 27 Şubat 2023, https://www.bbc.com/turkce/articles/cw0e3dwwn1jo (Erişim Tarihi: 22/05/2023).
[2] T24, “Erdoğan: Defne’de bana verilen oy yüzde 8 buçuk, Bay bay Kemal’e 90 buçuk; Hatay’dan bu defa çok farklı bir oy bekliyoruz”, 21 Mayıs 2023, https://t24.com.tr/haber/erdogan-hatay-da-konusuyor,1111133.
[3] Birgün, “Hatay Tabip Odası: Defne’ye Devlet Hastanesi İstiyoruz”, 19 Nisan 2022, https://www.birgun.net/haber/hatay-tabip-odasi-defne-ye-devlet-hastanesi-istiyoruz-384871 (Erişim Tarihi: 22/05/2023).
[4] Naki Bakır, “Kişi başı vergide Kocaeli lider”, Dünya Gazetesi, 23 Ocak 2023, https://www.dunya.com/kose-yazisi/kisi-basi-vergide-kocaeli-lider/683476 (Erişim Tarihi: 22/05/2023).
[5]Haber Türk, “Hatay Valiliği’nden Su Açıklaması”, 4 Mart 2023, https://www.haberturk.com/hatay-valiligi-nden-su-aciklamasi-3570817 (Erişim Tarihi: 22/05/2023).
Kaynakça:
BBC News Türkçe, “Cumhurbaşkanı Erdoğan Adıyaman’da Konuştu: Sizden helallik istiyorum.”, 27 Şubat 2023, https://www.bbc.com/turkce/articles/cw0e3dwwn1jo.
Birgün, “Hatay Tabip Odası: Defne’ye Devlet Hastanesi İstiyoruz”, 19 Nisan 2022, https://www.birgun.net/haber/hatay-tabip-odasi-defne-ye-devlet-hastanesi-istiyoruz-384871.
Haber Türk, “Hatay Valiliği’nden Su Açıklaması”, 4 Mart 2023, https://www.haberturk.com/hatay-valiligi-nden-su-aciklamasi-3570817.
Naki Bakır, “Kişi başı vergide Kocaeli lider”, Dünya Gazetesi, 23 Ocak 2023, https://www.dunya.com/kose-yazisi/kisi-basi-vergide-kocaeli-lider/683476.
T24, “Erdoğan: Defne’de bana verilen oy yüzde 8 buçuk, Bay bay Kemal’e 90 buçuk; Hatay’dan bu defa çok farklı bir oy bekliyoruz”, 21 Mayıs 2023, https://t24.com.tr/haber/erdogan-hatay-da-konusuyor,1111133.